YUKARI ÇIK

Çanakkale Travel
Çanakkale Travel

Gariban Dostuydu Dr. Hayim Molinas

01 Haziran 2014 tarihinde eklendi

Çanakkale’de 1960’lı yıllarda doktorluk yapan Hayım Molinas aradan geçen uzun zamana rağmen o yıllarda yaşayanlar tarafından unutulmuyor. Gecesini gündüzüne katarak bütün zorluklara rağmen evinin bir odasını muayenehane haline getirip Çanakkalelilere hizmet veren Dr. Hayım Molinas köylerede eşek sırtında gidip hastalarını muayene ederdi. Parası olmayanlar ise kendisine yumurta, tavuk, zeytin ve çeşitli meyveler verirdi. O da onların bu hediyeleri karşışında şaşırırdı. Gariban dostu Dr. Hayım Molinas parası olmayanlardan da tek kuruş almazdı. Dr. Hayım Molinas’ın kızı Nil Molinas Mandel’de yine babasının izinden giderek doktor oldu. Bugün Türkiye’de onkoloji alanında önemli bir isim olan Profesör Dr. Nil Molinas Mandel ile babası Hayım Molinas ve kendi yaşamı hakkında konuştuk....
 
ÖZEL RÖPORTAJ: AYHAN ÖNCÜ / ÇANAKKALE
E-Mail: info@canakkaletravel.com


* Bize kendinizi tanıtır mısınız?

- İsmim Nil Molinas Mandel. 1955 yılında, Molinas ailesinin 3. çocuğu olarak İstanbul’da doğdum. Babam Dr. Hayim Molinas Çanakkaleliydi. Annem Rozet  (Barzilay) Molinas ise İstanbulluydu ve Çanakkale’ye yerleşmişlerdi.1952 doğumlu ağabeyim Albert Molinas ve 1954 doğumlu ablam Riva Salah ile birlikte Çanakkale’de büyüdük ve üçümüzde once İstiklal İlkokul’undan, sonra da Çanakkale Lisesi’nden mezun olduk. Ben liseyi 1972 yılında bitirdim ve üniversite eğitimi için ağabeyimin ve ablamın ardından İstanbul’a geldim. Bizler üniversite için Çanakkale’den ayrıldıktan kısa bir süre sonra annem ve babam da İstanbul’a yerleşti. Böylece ailemiz tekrar biraraya toplanmış oldu.1972-1978 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde okudum. Aynı fakültede,1983’de İç Hastalıkları Uzmanı, 1987’de doçent ve 1994 yılında profesör oldum. 1986 yılında İrvin Mandel ile evlendim. 1988 ve 1995 doğumlu 2 kızımız var. Büyük kızım Bezmi Alem Tıp Fakültesinde öğrenci, küçük kızım bu yıl Koç Lisesini bitiriyor ve psikolog olmak istiyor.
* Siz de babanızın izinden yolunuza devam edip doktor oldunuz. Babanız Dr. Hayım Molinas 1960’lı 1970’li yıllarda Çanakkale’nin önemli doktorlarından birisiydi. Özellikle yaşı 45 yaş ve üzerinde olan Çanakkaleliler onu iyi tanırlar. Bize babanız Dr. Hayım Molinas’ı geniş olarak anlatır mısınız?
- Babam 1924 yılında İstanbul’da doğdu. Avram ve Raşel Molinas’ın 5 çocuğundan en büyük olanıydı. Doğduğunda Bayramiç’te yaşamaktalarmış ve daha sonra Çanakkale’ye yerleşmişler. Babam, çok çalışkan ve zeki bir öğrenciymiş. Matematik  hocasının teşviki ve özellikle okumaya yönlendirmesiyle lise eğitimi için Kabataş Erkek Lisesine kayıt olmuş. 1942’de liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine başlamış. Savaş yıllarında üniversiteye1 yıl ara verip, 1949 yılında doktor diplomasını almış. Diyarbakır’da askerlik yapmış. Askerlik dönüşü, 5 yıldır kendisini bekleyen annem Rozet Molinas ile 1951 yılında evlenmiş ve babasının ısrarlarıyla üroloji ihtisası yapmak isterken, Çanakkale’ye yerleşerek muayenehane açmış. Ardından bizler peşpeşe dünyaya gelince bu ihtisas yapma olayından vazgeçmiş.
* O yıllarda Çanakkale’de babanızın muayenesi neredeydi? Neden Çanakkale’de doktorluk yaptı?
- Babam, Kabataş Erkek Lisesinde okumaya başlayıncaya kadar Çanakkale’de büyüdü. O zamanlar önemli bir Musevi nüfus vardı Çanakkale’de. Çanakkale’de doktorluk yapması da, ailesinin hala orada yaşıyor olmasındandı. Babamın muayenehanesi, Köprübaşı Karakoluna çok yakın bir yerdeydi. Başlangıçta evin bir odasını muayenehane olarak kullanmış. Sonra hatırlıyorum 2 katlı bir evimiz vardı, alt katı babamın muayenehanesiydi. Bu ev hala olduğu gibi duruyor diye biliyorum. Babam 1974 yılında Çanakkale’den ayrılıncaya kadar aynı muayenehaneyi kullandı (Namık Kemal Mahallesi. Yahudi Mahallesi diye yazılıydı nüfus kağıdında), Hacıoğlu Sokak No 10). Çanakkale çok güzel, küçük ve herkesin birlikte mutlu yaşadığı bir şehirdi. Düşündüğüm zaman, iyi ki bu şehirde büyüdüm, iyi ki babam ve annem burada kalmışlar diyorum.
“MUAYAENE OLMAK İÇİN GELENLER PARASI OLMAYINCA BABAMA YUMURTA VERİRDİ”
* Gariban dostu olarak bilinir Dr. Hayım Molinas. Bu arada onu rahmetle anıyoruz. Gece gündüz onun için fark etmezdi. Rahatsızlığı olan onu hemen arar ve parası olsun olmasın o kişiyi muayene ederdi. Babanız Çanakkale’de sevilen birisiydi. Kendisi benim de doktorumdu.. Hayım Molinas kaç yıl Çanakkale’de doktorluk yaptı?
- Babam 1951den itibaren 24 yıl Çanakkale’de doktorluk yaptı. Pratisyen hekim olarak çalışırken, idrar ve kan tahlili de yapardı. Kulak da yıkardı, çocuklara ve erişkinlere de yardımcı olurdu. Hastaya ilacını aldırır, ilk iğnesini kendisi yapar ve korkmamasını temin ederdi. Çocuk hastalarla, havale geçirdikleri zaman sabahladığını çok iyi biliyorum.
* Çanakkale’de o yılları hatırlayanların hemen hemen tamamı babanızın ismi söylendiğinde onu rahmetle anıyor ve “gariban dostuydu” diyor. Babanızın böyle hatırlanması size neler hissettiriyor?
- Doğrudur; babamı böyle güzel anarlar…Babam çok insancıl, çok fedakar ve çok çalışkandı. Parası olmayan, yumurta getirirdi ve başka bir ürünle gelirdi. Ya da ne kadar verebiliyorsa onu bırakıp giderdi. Yaz aylarında ablam ve ben babamıza yardıma giderdik ve bunlara hep tanık olurduk. Bildiğimiz halde, başkalarından da bunu duymak ve hakkında söylenenleri paylaşmak bizi çok mutlu ediyor. 
* Kaç yılında Çanakkale’den ayrıldınız? Babanız Çanakkale’den ayrılırken doktorluğu bırakmış mıydı?
- Ben 1972’de üniversiteye başlamak üzere İstanbul’a geldim. Sırasıyla ağabeyim, ablam ve ben ayrıldıktan sonra, ailem de 1973’de yarı zamanlı ve 1974 yılında tam olarak Çanakkale’den ayrıldı. Babam İstanbul’a geldiğinde doktorluk yapıyordu ve ölene kadar bu gönül verdiği mesleği sürdürdü.
* Babanız Hayım Molinas Çanakkale’den ayrıldıktan sonra tekrar Çanakkale’ye geldi mi? Eğer Çanakkale’den ayrıldıktan sonra tekrar Çanakkale’ye geldiyse o zaman neler hissetti. Size bu konuda mutlaka bir şeyler söylemiştir...
- Başlangıçta biz Çanakkale’den ayrıldık ama babam orada kaldı. Haftasonları İstanbul’a gelirdi. Sonra Kaşımpaşa’da muayenehane açtı. Ama haftada birkaç gün Çanakkale’ye de giderdi. Her defasında çok duygu yüklü ve tuhaf hislerle gelirdi. Büyük bir sevgiyle karşılanırdı. Ancak bu süreç çok yorucuydu ve babam da sık sık böbrek taşı düşürdüğü için sağlığını da etkilemekteydi. Sonra artık Çanakkale’ye gitmekten vazgeçti. Kısa süre sonra baktık ki, Çanakkaleliler İstanbul’a akın etti. Hergün bir sürü hastası muayeneye veya babamı ziyarete gelirdi. İstanbul’a işi düşen bir de babama uğrardı. Çanakkale babamı unutmadı ve babam bunun mutluluğunu hep hissetti.
“BABAM RÜYASINDA KUDUZ KÖPEK TARAFINDAN ISIRILAN KİŞİNİN KUDUZ AŞISI OLMAK İSTEMESİ KARŞISINDA ŞAŞKINA DÖNMÜŞ”
* Babanızın Çanakkale ile ilgili mutlaka size anlattığı bazı anıları vardır. Bize bunlardan birkaç tanesini anlatabilir misiniz?
- Babamı arada hasta bakması için köye götürürlerdi. Bu köy yolculukları belli bir yere kadar minibüsle yapılır, sonra at veya eşek sırtında devam ederdi. Bu arada düştüğü ve beli tutulmuş, ağrılar içinde eve geldiğini çok hatırlıyorum. Bu köy ziyareti, çevre köylere de duyurulur ve hastası olanlar ya da muayene olmak isteyenler toplanırlardı. Dönüşte babamın elinde aldığı tavuklar, yağlar, yumurtalar, zeytinler ve mevsimine  göre meyveler olabilirdi…Bu köylerden biri Behramkale Köyüymüş. 15 yıl kadar once Assos’a gittiğimizde, ablamlarla birlikte köyün kahvesine oturduk. Köy halkı sevecen ve meraklı! ‘’Kimlerdensiniz?’’ diye sordular. Biz de Dr. Hayim Molinas’ın kızları olduğumuzu belki babamızı tanıyabileceklerini söyleyince, birer ikişer etrafımızı sardılar. ‘’Buban sağ mı?’’ diye soranlar oldu. Hepsinin babamla ilgili bir anısı vardı ve bu köye gelişini, eşekten yuvarlanışını, o iri cüssesiyle nasıl çevik olduğunu hep anlattılar. Aralarında çok yaşlı olanlar daha iyi biliyorlardı babamı ve bize, bizim babamızın değişik yönlerini gösterdiler… Babam sevilen ve sayılan bir hekimdi. Sadece doktorluğu ile değil, pozitif düşüncesi, insan sevgisi ve hayata bağlılığı ile tanınırdı. En büyük destekçisi annemdi. Annem İstanbul’dan gelmesine rağmen Çanakkale’yi çok benimsemiş, bir dönem İstiklal İlkokulu’nda fahri İngilizce öğretmenliği bile yapmıştı. Birlikte gece sinemaya gittiklerinde çoğu kez tek başına eve dönerdi. Çünkü, bir hastası olursa sinemada babamı anons ederlerdi ve babam da filmin yarısında oradan ayrılıp, hastayı görmeye giderdi. O yüzden “film nasıldı?” diye sorduğumuzda babam çoğunu tam anlamadığını söylerdi. Bir keresinde de ben bademcik ameliyatı olmuştum ve okula tekrar başladığım gün, babamlar gene sinemaya gitmişlerdi. Gene sinemada babam anons edildi. Ama bu kez ben kanama geçiriyordum ve acilen beni hastaneye götürmüşlerdi. Hemen heyecanla geldi ve hasta yakınlarının, hastaların neler hissettiğini, o güven duygusunu oracıkta daha iyi anladım. Babam hayvanları da çok severdi. Kedilerimiz vardı. Ayrıca tavşan, kuzu getirirdi eve. Ve bir de kümes yaptırmıştı küçücük bahçemize. Annem ise kedilerden korkardı ve hayvan tutkusu yoktu… Bu hayvanlar ya muayenehanenin küçük bir odasında, ya da aynı binanın küçük terasında bakılırdı. Biz bunlara bayılırken, annem de babamın ve bizim hatırımız için bu duruma katlanırdı. Bir küçük yavru kedimiz bir keresinde zehirlendi ve biz onu damlalıkla besleyebilmek için korkarak eve aldık. Fakat annem de buna dayanamadı ve biz yokken kendisi beslemeye başladı. Bundan sonra kedi iyileşti ve evin sultanı oldu. Babam da biz de sonsuz sevindik. Babam bizim fizik ve matematik derslerimize de çok yardımcı olurdu. Hani şu ünlü havuz problemleri, kümes ve kuzuların ayaklarından hayvan sayısını hesapladığımız tuhaf problemler vardır ya, babam bize bunları öğretir ve çok zevk alırdı. Aslında matematiği çok kuvvetliydi ve hep mühendis olmak istediğini anlatırdı. Tam üniversiteye mühendis olmak için kayıt olacağı sırada, dedemden bir telgraf almış: ‘’Tıp Fakültesi’ne girmeyeceksen, Çanakkale’ye manifatura dükkanına yardıma gel‘’ diye yazılıymış. Böylece yolunu değiştirip mühendis yerine doktor olmaya karar vermiş. İyi ki de bu değişiklik oldu diye düşünüyorum. Mesleğini çok severdi, bize de aynı şevki, insan dostu olmayı aşıladı. Bir gün bir köyden hastası gelmiş ve gece rüyasında kuduz köpek tarafından ısırıldığını anlatmıştı. ‘’Kuduz aşısı yapılsın mı?’’ diye babama sormuş. Babam çok da hazır cevaptı;  ‘’gece rüyanda ölseydin bugün seni gömecek miydik? ‘’ diye cevabı yapıştırıp, hastayı rahatlatarak köye geri yollamış.
* Babanız ne zaman vefat etti?
- Babam yaklaşık 13 yıl süreyle kronik böbrek hastalığı nedeniyle diyalize bağlı olarak yaşadı. Haftada 2 gün, son bir yıl haftada 3 gün diyaliz makinesine bağlı olarak yaşadı. Diğer günlerde de Kasımpaşa’daki muayenehanesinde çalışırdı. Bu tempoda çalışarak, 2001 yılında vefat etti. Son 1 ay işe gidememişti…
“BABAM İSTEDİĞİ İÇİN BENDE ONUN İZİNDEN GİDİP DOKTOR OLDUM”
* Siz de babanızın izinden giderek doktor oldunuz? Şuan özelikle kendi dalınızda Türkiye’nin önemli onkoloji profesörlerinden birisisiniz. Yıllarınız Çanakkale’de geçti. Bize Çanakkale’deki o yılları anlatır mısınız?
- Çanakkale’de çok güzel bir çocukluk geçirdik. İstiklal İlkokulunda okudum ve Sayın Fatma Demirkan’ın anne şefkatiyle yetiştirdiği şanslı çocuklardan biriyim. Sınf arkadaşları olarak 40. yılımızı kutladığımız ve Sevgili Ergüven Özbek’in organize ettiği toplantı Fatma Öğretmenin de katılımıyla çok neşeli bir havada gerçekleşti. Sonra okulumuzun 100. yıl kutlamalarına katıldık. Eskiden Rum Kız Okulu olan İstiklal İlkokulunda, Çanakkale’den ayrılan Rumların torunlarıyla buluştuk. Çocukluk arkadaşlarımla hala görüşüyorum ve sağolsun Facebook sayesinde birbirimizi sıcak bir şekilde izlemeye devam ediyoruz. Tabi doktor olduğum için bana düşen bir işleri olduğunda, her zaman yardıma hazır olduğumu da bilirler ve bu şekilde de ilişkilerimiz devam etmektedir.
Çanakkale’de benim çocukluğumda 5000 kadar Musevi yaşardı. Herkesin birbirine saygısı ve sevgisi vardı. Ramazanda beraber oruç bile tuttuğumuz olurdu. Onlar da bizim bayramları kutlarlar, hamursuzlar ve aşureler dağıtılır ve herşey paylaşılırdı. Farklı dinden olanlar arasında her hangi bir sürtüşme yaşanmazdı. Zamanla politik nedenler bir türlü ikilem yaratmağa başladı ve yavaş yavaş Çanakkale boşaldı. Ayrıca üniversitede okumak için ayrılanlar da oldu ve hepimiz farklı bir yola döndük. Çanakkaleliler birbirlerinden hiç kopmadı. İstanbul’da bir düğün, bir cenaze veya başka bir vesile olduğunda hemen kenetleniriz. Bu bizler için bir ayrıcalıktır…
* Küçüklüğünüzde size “büyüyünce hangi mesleği seçeceksin?” dediklerinde hangi mesleği seçmek istiyordunuz? Gönlünüzdeki meslek neydi?
- Daha küçük yaştan itibaren babam beni ‘’Kızım Nil, büyüyünce doktor olacak, yaşlandığımda bana bakacak’’ diye dostlarına, hastalarına tanıştırırdı. Ben de lise son sınıfa gelene kadar, sanki doktorluk dışında bir meslek olabileceğini düşünmedim. Bazen, o zamanlar çok popüler olan, kimya mühendisliği de aklıma gelirdi. Ama, gönlümde başka meslek olmadığını şimdi tekrar anlıyorum.
* Doktor olmanızı aileniz mi istedi?
- Çocukluğumuzdan beri babam biz 3 kardeşi de doktor olmamız için yönlerdirirdi. Ağabeyim mühendis, ablam mimar oldu. Ben de doktor oldum…
* Bize kendi doktorluk maceranızı anlatır mısınız?
- 1978 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesini dönem beşincisi olarak bitirdim. İhtisas sınavını kazanıncaya kadar, 6 ay süreyle İ.Ü. Kardiyoloji Enstitüsünde, pratisyen kadrosunda çalıştım. Bu pozisyon, Rektör Prof. Dr. Cemi Demiroğlu tarafından, fakülteyi dereceyle bitirenlere ayrılmış bir kadroydu. 1979-1983 yılları arasında İç Hastalıkları ihtisası yaptım ve ardından 2 yıl süreyle Malatya Devlet Hastanesinde mecburi hizmete gittim. Malatya’da çok güzel 2 yıl geçirdim. Çanakkale’den sonra Malatyalılarla da hemşehri oldum. Biraz Kürtçe öğrendim ve hastalarlımla daha iyi iletişim kurdum. Hastanede çalışırken, muayenehane de açtı babam bana. Böylelikle 2 yılın nasıl geçtğini anlayamadım. Malatya’dan ayrıldıktan sonra birçok hastam İstanbul’a geldi. Hala bayramlarda, yılbaşında ve özel günlerde beni ararlar. Bağlantılarımız hiç kopmadı. 1985 yılında, mecburi hizmetim bittikten sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde, Medikal Onkoloji Bilimdalında çalışmaya başladım. 2011’de kendi isteğimle emekli oluncaya kadar aynı kurumda kaldım. 1987 ‘de doçent ve 1994’de profesör oldum. 1991 yılında kısa bir sure Paris’te Hospital Tenon’da burslu olarak kaldım. Bu süreçte, yoğun çalışmalarım oldu.
Halen VKV Amerikan Hastanesinde Medikal Onkoloji Bölüm Başkanlığı görevini yürütüyorum. Ayrıca 2013 yılından beri Koç Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğretim üyesiyim. Medikal Onkoloji gibi zor bir bölümde çalışıyorum. Asrın hastalığı olan kanserin ilaçla tedavisi konusunda uğraşıyorum. Birçok toplantılara ve kongrelere katılıyorum. Elimden geldiğince güncel gelişmeleri izlemeğe ve uygulamaya çalışıyorum.
“ÇANAKKALE’YE KARŞI SEVGİM HİÇ BİTMEDİ”
* Çanakkale’den İstanbul’a gitmenize rağmen özellikle Çanakkale’den gelen hastalara karşı daha yakın ilginiz olduğunu duyuyoruz. Çanakkale’den İstanbul’a tedavi için gelen hastalar sizin yakın ilginizden çok memnunlar. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
- Unutmayın ki, ben Çanakkale’de büyüdüm, Çanakkaleli’yim. Aslında, bütün hastalarıma yakın ilgi gösteririm. Ama Çanakkale’den her hangi bir nedenle gelenlerin sorunlarını çözmeye gayret ettiğim çok doğrudur. Özellikle bana güvenerek gelenleri hayal kırıklığına uğratmak istemem. Önce insan olmamızı öğütleyen annem ve babamın yolunda gitmeye çalışıyorum.
* Şuan bir sağlık kurumunda çalışıyor musunuz? Yoksa artık emekli mi oldunuz?
 - Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde uzun yıllarım geçtikten sonra tam gün yasasıyla birlikte, bu kurumdan emekli oldum. Ama doktorluk yapmaya devam ediyorum. Muayenehanem var ve VKV Amerikan Hastanesinde çalışıyorum. Öğretim üyeliğine 2 yıl ara verdikten sonra, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesinde gene genç hekim adaylarıyla buluşmak da çok hoşuma gidiyor.
 * Son olarak her ne kadar yıllardır İstanbul’da yaşasanız da bizler sizi Çanakkaleli olarak kabul ediyoruz. Buradan Çanakkalelilere neler söylemek istersiniz?
- Assos’a giderken yolumuzu uzatır, Kilitbahir’den Çanakkale’ye geçeriz. Güzel duygularla, gözler yaşlı geçmişi hatırlar ve hüzünlü, mutlu birçok duyguyu yaşarım. Kordonboyu, Halk Bahçesi, Muharipler Bahçesi, Çimenlik Kalesi, Müze, Sarıçay (ve sel felaketleri), Saat Kulesi, Maydos, Köprübaşı Karakolu…  Dostluklar ve Çanakkaleli olarak ‘’aidiyet’’ duygum devam ediyor