Pers Kralı Xerxes’in M.Ö. 480 de ordusuyla Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Kampüsünün önünden geçtiğini biliyor muydunuz? Ya da İskender’in onu Büyük İskender yapan Granikos savaşı için aynı güzergah üzerinden M.Ö.334’de Biga’ya doğru ilerlediğini. Peki, Çanakkale’nin antik kentler bakımından en zengin il olduğunu, 200’den fazla antik kentin bu topraklarda bulunduğunu ve bunların yüzey araştırmalarının Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) öğretim elemanları ve öğrencileri tarafından yapıldığını hiç duymuş muydunuz? ÇOMÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Reyhan Körpe ile Indiana Jones filmlerini aratmayacak bir röportaj yaptık ve her gün yürüdüğümüz yollardan kimlerin gelip geçtiğini derleyerek Çanakkale’nin değerlerine bir kez daha dikkat çektik...
Röportaj: Öznur B. Doğangün
* Hocam kaç yıldır Çanakkale ve çevresinde yüzey araştırmaları yapıyorsunuz?
- Yaklaşık 25 senedir bu bölgede çalışıyorum. Son 10-15 yıldır özellikle iç kısımlarda Yenice, Biga, Çan ve Lâpseki içlerinde araştırmalarımızı yoğunlaştırdık. Çanakkale’de gitmediğim köy, çıkmadığım tepe kalmadı diyebilirim. Çalışmalarda 200’den fazla yeni yerleşim yeri bulduk.
* Bunların hepsini ÇOMÜ mü çalışıyor?
- Evet, Çanakkale’deki araştırmaları, yani arkeolojik bölgelerin tespitleri büyük ölçüde ÇOMÜ tarafından yapılıyor ve gururla söyleyebilirim ki bu bölgeyi en iyi bilen bizleriz. Bu bölgede araştırma yapmak isteyenler önce bizleri buluyor. Çünkü bu konuda yaptığımız araştırmalar, makaleler, özellikle uluslararası makaleler oldukça fazla.
* Bulunduğumuz Terzioğlu kampüsü ve çevresinde hiç yüzey araştırmaları yaptınız mı?
- Tarih her yerde var. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yakın çevremizde de bu antik kalıntıları bulmak mümkün. Civarda 1500-2000 sene öncesine ait Roma dönemine ait küçük çiftlik kalıntıları var. Bu kalıntılara ait çanak çömlek ve tuğla parçalarına her yerde rastlayabilirsiniz. Bunları değerlendirmek ve planlamaları buna göre yapmak lazım. Yakınımızda bulunan antik kalıntılara örnek vermek gerekirse; Shell benzin istasyonunun karşısındaki doğalgaz istasyonu yakınında küçük bir prehistorik höyük tespit ettik. Yaklaşık 6 bin yıllık bir yerleşim yeri. Gene civarındaki boş arazilerde Roma ve Bizans yerleşimleri ile tümülüslere ait izler var. Kepez Limanından Kolin Oteline kadar kıyılarda Bizans çiftliklerinin kalıntıları var. Kepez’de insanların piknik yaptığı çamlığın altı, böyle kalıntıları barındırıyor. Deniz kıyısında eski antik duvarları görebilirsiniz. Kolin Otelden sahil boyunca yürüdüğünüzde kıyıda Çanakkale seramiklerine ait parçalar bulabilirsiniz. Ama son yapılaşmalardan sonra ne kadarı kalmıştır bilemem.
* Şanslı bir bölgedeyiz yani..
- Evet, ve bir arkeolog ve eskiçağ tarihçisi olarak burada çalıştığımız için de çok şanslıyız. Dünyada hiçbir yerde okulun penceresinden böyle şeyler göremezsiniz. ÇOMÜ’de pencereden tarihi ve geçmişi görüyor ve derslerimizi öyle anlatıyoruz. Öğrencilerimize boğazı ve tarihini anlatırken, Büyük İskender’in, Pers Kralı Xerxes’in, Sezar’ın ve daha başka tarihin pek çok büyük şahsiyetinin ÇOMÜ kampüsünün önündeki yoldan geçtiğini söylüyoruz. Pers Kralı Xerxes M.Ö. 480’de orduyu buradan geçiriyor. Troia’ya uğruyor ve kurbanlar kesiyor. Daha sonra Nara Burnuna geliyor. O büyük orduyu gemilerle geçirmek zor olduğu için burada köprü yapıyor. Yaklaşık iki yüzyıl sonra ise Büyük İskender M.Ö.334’de geliyor. Troia’ya geliyor, Akhilleus Tümülüs’üne uğruyor. Aynı şekilde bu yoldan İskender de geçiyor. Biga’da Granikos Irmağı denen yerde tarihin en önemli savaşı yapılıyor. İskender Granikos savaşından sonra Büyük İskender oluyor. Biz 7-8 sene önce orada da çalışma yaptık ve savaş alanını tespit ettik. Her gün arabayla gelip geçtiğiniz bu yollardan kimlerin yürüdüğünü bilseniz inanamazsınız.
* Bunların hepsinin toplandığı bir kitap var mı?
- Araştırmalarımızla ilgili yayınlanmış çok sayıda makale ve bildiri var. Ayrıca bölgenin tarihi coğrafyası ve arkeolojisiyle ilgili gelecek yıl tamamlanacak olan bir kitap çalışmamız da devam ediyor.
* Bu yüzey araştırmalarında bulunan kalıntılara ne yapılıyor?
- Kendi araştırma envanterimiz var, kayıt altına alıyoruz ve sonra bu bölgede çalışma yaparken nerede neler var bu kayıtlardan faydalanarak çalışmalarımızı şekillendiriyoruz. Yaptığımız bütün yüzey araştırmaları Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ile yapılıyor. Bulduğumuz bütün kalıntıları buradaki koruma kuruluna ve müze müdürlüğüne bildiriyoruz. Çalışmalarımızda tespit ettiğimiz yeni yerleri GPS koordinatları ile birlikte haritalar üzerine yerleştirerek koruma kuruluna ve müzeye verdim. Kendi arazi envanterlerini hazırlarken bizim çalışmalarımızdan da büyük ölçüde faydalandıklarını görüyorum.
* Her yüzey araştırması sonrası kazı yapılır mı?
- Ben bütün antik kentlerin ve ören yerlerinin tamamında kazı yapılmasını doğru bulmuyorum. Aslında yapılan her kazı ile geçmişin izlerini de ortadan kaldırırsınız. Kazılar bir döneme ait yapıları ortaya çıkarırken, o antik kentin diğer tabakalarını da yok eder. Siz onu iyi incelemezseniz ve orayla alakalı ayrıntılı dokümantasyon yapmazsanız siz de tahribe katılmış olursunuz. Biliyorsunuz Schliemann150 yıl önce Troia’ya geldi ve kazılar yaptı. Schliemann, Troia kazılarını 19. Yüzyılın en bilinen modern teknikleriyle yaptı. Ama biz bugün ‘Schliemann Troia’da tarihi yok etmiş’ diyoruz. Schliemann’ın Troya’daki kazı yerlerine bakıyoruz buralara Schliemann çukurları diyoruz. Biz şu anda Türkiye’de ve dünyada yaptığımız bütün kazılarda 21.yüzyılın son teknolojisini kullanıyoruz. Fakat kazı teknolojileri her yıl gelişiyor, 200 yıl sonra yeni gelen insanlar bizim yaptığımız kazıları görünce belki bizi de eleştireceklerdir. Belki yakın gelecekte arkeolojideki gelişmeler hiç kazı yapmadan antik kalıntıları incelememize olanak verebilecektir. Yani sonuçta bu ülkede 8-9 bin yılda oluşmuş olan höyükleri ve antik kentleri birkaç yüzyıl içinde kazıp çıkarmanın bir anlamı yok.
* Peki kazı yapmadan da gerekli bilgilere ulaşabilir miyiz?
- Tabi ki ulaşabiliriz. Bir antik kenti çok dikkatli bir yüzey araştırmasıyla da, yüzeydeki buluntularla ne olduğunu, tarih içerisindeki yerini anlayabiliriz. Çok gelişmiş araştırma yöntemlerimiz var. Toprak altındaki kalıntıları jeofizik yöntemlerle görebiliyoruz. Gene olmadı belli noktalarda sondaj yapıyoruz. O sondajlarla o kentin ne zaman kurulduğunu ne zaman terk edildiğini çıkarabiliriz. O da yetmedi en sonunda kazarız. Yani arkeolojik kazı bir antik yerleşimin incelenmesinde başvurulacak en son yöntem olmalı. Yerel yöneticiler bölgelerinde bir Efes, bir Troia olmasını istiyor. Fakat bu antik kentler aslında 100-150 yıllık kazıların sonunda açığa çıktı. Kazı işi sabır ve zaman ister, birkaç jenerasyon sonra ve çıkan kalıntıların restorasyonuyla o yapılar anlaşılabiliyor.
* Diyelim ki tespit ettiğiniz antik bir kent, hikâyesini keşfedeceğiniz yeterli bilgiyi yüzey araştırması ile buldunuz, ama kazmadınız, orayı da koruma altına alabiliyor muyuz?
- Elbette. Sizler şu anda Çanakkale’de sadece kazısı yapılan ya da yeri iyi bilinen birkaç antik kenti görüyorsunuz. Ama bunların dışında bölgede yüzlerce antik kalıntı ve yerleşim yeri mevcut. Ben 20-25 yıldır Çanakkale’de çalışıyorum, en gurur duyduğum konu bu bölgede tespit edilen yerleşimlerin koruma ve tescillerinin de yapılmış olması. Öncelikle kıyılarda bulunan antik yerleşimlerin koruma sınırları yapıldı. İç bölgelerde de tespit edilen bütün antik yerleşimlerin tescilleri yapılıyor.
* Hocam, Troia kazılarının haricinde Eceabat’ta da çalışıyorsunuz, neler buldunuz?
- Eceabat aslında Gelibolu Yarımadasının batı ucudur. Burada son beş yıldır düzenli yüzey araştırmaları yapıyoruz. ÇOMÜ’den hocalar ve öğrencilerimiz ile çalışıyoruz. Bölgenin sadece eskiçağ tarihini değil, araştırma tarihini de ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Eceabat’ta çalışmalarımızın merkezi Akbaş Kalesinin bulunduğu yer antik dönemde Sestos antik kenti olarak bilinmekteydi. Sestos’un tam karşısında da Nara Burnu var ve orası da Abydos antik kentinin bulunduğu yerdir. Binlerce yıl boyunca Asya-Avrupa geçişleri buradan olmuştur. Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Araplar hep bu noktadan geçmişlerdir. Sestos, antik çağda çok önemli bir kent. Özellikle M.Ö. 5. Yüzyılda bölgenin en zengin kenti. Antik kaynaklarda hakkında en fazla bilgi verilen yerlerden biri. Fakat burası hiçbir zaman ne kazılmış ne de arkeolojik araştırma yapılmış. İlk defa kapsamlı bir şekilde yüzey araştırmasını biz başlattık. Yerleşim yerinin kapsadığı alanı ve yüzey buluntularına göre ilk defa ne zaman kurulduğunu ve terk edildiğini öğrendik. Sur duvarları, liman, akropol ve mezarlık alanını tespit ettik. Bunları da tek bir kazma vurmadan yaptık. Sestos haricinde yarım adadaki diğer antik kentleri de araştırmaya başladık. Bölgede antik kaynaklarda ismi geçen 40’tan fazla yerleşim olduğunu biliyoruz. Fakat bunlardan şimdiye kadar çok azı tespit edilebilmişti. Araştırmalarımızda bunlardan üçünün yerlerini belirledik. Örneğin Kilye Koyu adını Roma döneminde kurulmuş bir kentten alıyor. Koela kenti. Bu sonra Kilye’ye dönüşmüş. Roma döneminde kurulmuş ve Bizans döneminde terk edilmiş daha sonra da unutulmuş. Kente ait kalıntılar civardaki başka yerleşimler ve kalelerde kullanıldığı için mimari anlamda geriye hiç bir şey kalmamış. Kimse kentin nerede olduğunu bilmiyordu. Yerini geçen sene tespit ettik. Bunun dışında kemikli burunda iki antik yerleşim daha bulduk. Ayrıca Eceabat’ın kuzeyinde, Saros Körfezine bakan Ece Limanında 6000 yıllık bir höyük bulduk. Fakat en ilginç buluntularımız Conk Bayırında oldu. Çanakkale Savaşlarının tam merkezinde, siperlerin arasında iki antik yerleşim tespit ettik. Bunlardan biri şimdi Tek Çam olarak bilinen yerde bir Roma yerleşimi ile Conk Bayırındaki Bizans kalıntıları idi. Yani siperlerin ortasında antik kalıntılar da bulunmaktaydı. Aslında Çanakkale Savaşları dünyada antik alanların içinde geçen tek savaştır. Savaşın bu yüzü genellikle bilinmez. 1915’de savaşlar sırasında Fransız askerleri arkeolojik kazılar da yapmıştır. Şimdi Şehitler Abidesinin bulunduğu yerde antik çağlarda Elaeus kenti yer almaktaydı. Fransızlar bu kentin mezarlık alanında savaş devam ederken kazı yapmıştır. Günümüzde halen siperler ile kazı çukurları iç içedir. Bu antik kentte yaptığımız araştırmalarda yerleşimin sınırları ile sur duvarlarını da tespit ettik. Biliyorsunuz, Yarımadanın bu ucunda İngiliz Fransız mezarlıkları ve anıtları ile Türklere ait “İlk Şehitler” anıtı vardır. Yani Çanakkale Savaşlarının ilk kayıplarının mezarları burada yer alır. Fakat aynı zamanda Troia Savaşının ilk kaybının da anıtı gene aynı yerdedir. Troia Savaşlarında karaya ilk ayak basan ve Troia’lı Hektor tarafından öldürülen Akha kahramanı Protesilaos’un mezarı şimdi Karaağaçlı tepenin olduğu yerdedir. Büyük İskender bu mezarı ziyaret etmiş. Bu anıtlar şimdi yaklaşık bir kilometrelik alan içindedirler.
* Biz görebiliyor muyuz bu anıtı?
- Tabi görebiliyoruz. Seddülbahir’in hemen arkasında bir tepe. Şehitler Abidesi ile İngilizlerin Helles anıtı arasında kalıyor.
* Orada Protesilaos Tümülüsü olduğuna dair bir yazı var mı?
- Yok. Milli parka söyledik. Buralarda bir sürü antik kent var bunlara tanıtım tabelaları koyalım dedik ama ilgilenen olmadı.
* Eceabat’ta antik yerleşimler dışında savaş alanlarında da çalışmalar yapılıyor mu?
- Biz beş yıl boyunca Türkiye, Avustralya ve Yeni Zelanda araştırmacıları ile birlikte Conk Bayırı bölgesinde savaş alanı arkeolojisi yüzey araştırması yaptık. Bu çalışma geçen yıl tamamlandı. Fakat biz gene ÇOMÜ’den bilim adamı ve öğrenciler ile birlikte bu araştırmayı tüm savaş alanlarını kapsayacak bir şekilde devam ettiriyoruz. Yarımadadaki yüzey araştırmamız sadece antik yerleşimleri değil fakat aynı zamanda savaş alanlarını da kapsayacak şekilde genişletildi. Bu araştırmamız özellikle Çanakkale savaş alanlarının tespiti anlamında çok önemlidir. Bu konuda Türkiye’de ilk defa ÇOMÜ’de açılan Osmanlı Arkeolojisi programından bahsetmeliyim. Bu programda yüksek lisans yapan öğrencilerimizden biri Çanakkale savaş alanı arkeolojisi konusunda çalışıyor. Bu program gelecekte ÇOMÜ’nün yıldızlarından biri olacak.
* Kolay araştırma yapıyor musunuz Çanakkale’de?
- Aslında hem evet hem de hayır. Evet, çünkü bölgeyi çok iyi bildiğimiz ve insanlarını tanıdığımız için araştırma yapmak çok kolay. Ayrıca bölgeyle ilgili geçmişten günümüze bütün literatüre de hakimiz. Yani araştırma yapmak konusunda bu anlamda hiçbir sıkıntımız yok. Ayrıca bu konuda en yeni yöntemleri kullanıyoruz diyebilirim. Her yıl pek çok yeni antik kentler, höyükler buluyoruz. Çanakkale Savaşına ait yeni siperler ve şehitlikleri tespit ediyoruz. Arkeoloji bilimine ve tarihe çok büyük katkılarımız oluyor. Devlet alt yapı projelerini bizim tespit ettiğimiz yerleşim yerlerine göre düzenliyor. Yani araştırmalarımızın bilimsel sonuçları bir yana ülke ekonomisine de katkı sağlıyor. Fakat diğer taraftan bu araştırmalarımız için tarafımıza hiçbir ödeneğin verilmemiş olması işin başka bir boyutu. Tüm bu araştırmalarımızı kendi cebimizden karşılamak durumundayız. İki haftalık bir araştırmanın masrafı yaklaşık 4-5 bin lirayı buluyor. Açıkçası cebimizdeki para kadar araştırma yapabiliyoruz. Bizim bulduğumuz bir antik kentte kazı yapılsa ya da bizim bulduğumuz siperler ve şehitlikler onarılsa hem devlet hem de sponsorlar para veriyor. Ama buraları ortaya çıkaran, belki de yok olmaktan kurtaran kişiler bu araştırmalarını kendi çabalarıyla yürütüyorlar. Ayrıca böyle bir araştırmanın tek başına olmadığını, en az 8-10 kişilik ekiple yapıldığını da unutmamak gerekir. Fakat ben bu konuda daha şanslıyım. Benim araştırma bölgem bana yakın sayılır. Kendi arabamla, ekip arkadaşlarımla gidip gelebiliyorum. Ama Çanakkale dışında araştırma yapan arkadaşların durumu daha zor.
* Planladığınız, özellikle istediğiniz bir kazı alanı var mı?
- Şu anda Troia’da bir kazı yürütüyoruz. Ben aynı zamanda Troia kazılarının başkan yardımcısıyım. Troia’da restorasyon ve konservasyon ağırlıklı bir çalışma yapıyoruz. Açıkçası yakın gelecekte Troia dışında başka bir antik yerleşimde kazı yapmayı düşünmüyorum. Ama belki ileride Sestos’ta bir kazı yapılabilir. Ama bunun için öncelikle Eceabat araştırmalarını tamamlamamız lazım. Araştırmaların sonuçlarına göre burada gerçekten bir kazı yapmak gerekli midir bakacağız.
* Sizi en heyecanlandıran buluşunuz hangisiydi?
- Bu güne kadar Çanakkale’nin her yerinde kazı ve yüzey araştırması yaptım. Yüzlerce antik yerleşimin lokalizasyonunu gerçekleştirdim. Şimdi Çanakkale Arkeoloji Müzesinde sergilenen pek çok buluntuyu bizzat kazılarda çıkardım. Ama Çan, Yenice ve Gönen yakınlarında bulduğumuz üç büyük kale bunlar içinde en heyecan verici olanlarıdır. Her üç kale yerleşimi de muhteşem surlarıyla, dağların üzerinde ve ormanların içinde sanki geçmiş zamanlardan hiç dokunulmadan kalmış gibilerdi. Tabi definecilerin tahribatları bir yana. Bu antik yerleşimlerden sadece birini Avrupa’da falan bulsanız yer yerinden oynardı. Fakat ülkemizin kültür zenginliklerini ortaya çıkarıp, onların korunmasına yardım etmiş olmak bizim için ödüllerin en büyüğüdür diyebilirim.