E-Posta : atabay64@gmail.com
Dr. Refik Saydam Hükümeti, haksız kazançları önlemek, fiyat artışlarını kontrol etmek ve üretimi artırmak amacıyla Milli Korunma Kanunu’nu çıkarmıştı. 3780 sayılı Milli Korunma Kanunu 26 Ocak 1940 tarihinden itibaren yürürlüğe girmişti. Kanunun ekonomik hükümleri üçüncü bölümde yer alıyordu.
Kanunda; “Hükümetin, halkın ve ulusal savunma gereksinimlerini karşılayabilmesi için, sanayi ve maden kuruluşlarını denetleyebilmesi, talimatlara uymayanların kuruluşlarına el konulabilmesi, kooperatifleri yönlendirebilmesi, yurttaşlara ücretli iş mükellefiyeti verilebilmesi ve buna uymayanların polis aracılığıyla işe götürülebilmesi, sanayi ve madenlerde çalışanların geçerli özrü olmadan iş yerlerini terk edemeyecekleri” belirtiliyordu.
Ayrıca kanunda; “Bu gibi kuruluşları devletin satın alabilmesi, bu kuruluşların ürünlerinin satılması, rehin edilmesi ve devredilmesinin yasaklanabileceği” yer alıyordu. Yine “Gerekli görülen kuruluşlara ve küçük zanaat ve iş sahiplerine para, hammadde veya yardımcı madde şeklinde kredi verilmesi, sigorta kuruluşlarını denetleyebilmesi, her türlü madde ve yardımcı maddenin bedeli ödenmek koşuluyla, el konularak ihtiyacı olanlara kârsız satılması, dağıtılması ve bu malların hükümete teslim edilmesi, ilgili bakanlığın onayı alınmadan satılması, rehin edilmesi, başkasına devredilmesinin yasaklanabileceği” kararlaştırılmıştı.
Kanunda; “çeşitli nedenlerle terk edilmiş veya tamamlanmamış sanayi ve iş yerlerinin belli bir ödün karşılığı işletilebilmesi, maden işletmelerinin birleştirilebilmesi, sahipleri tarafından ihtiyaç duyulmayan makine, araç-gereç ve her türlü malzemenin değeri ödenerek, ihtiyaç sahiplerine dağıtılması” öngörülmekteydi.
Kanun 2.Dünya Savaşı sırasında tüm Türkiye’de olduğu gibi Çanakkale’de de tavizsiz uygulanmıştı. Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kurumu da 15 Mayıs 1940’ta yeni yayınladığı bir beyannamede sanayici, çiftçi ve işçilerden “Daha çok mal ve daha iyi cins mal yetiştirme” çağrısı yapmıştı.
Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kurumu 30 Mayıs 1940’ta yayınladığı yeni beyannamesinde şöyle diyordu: “Yurttaş! Evlerde ve lokantalarda önümüze konulan ekmek çok kere yiyebileceğimizden fazladır, artar ve atılır. Yazık değil mi? Fazla buğdayımızı dışarıya satıp memleketimize para sokacağımız yerde artık olarak çöp tenekesine atıyoruz. Onun için önüne ancak yiyebileceğin kadar ekmek al ki, ihtiyat ambarımız daima dolu kalsın ve buğday ihracımız artsın. İşin fenası yoktur. İşini fena yapan vardır. Vatanperverliğin bir şartı da işini sevmektir. Yurdunu seven, işini de sever.
Şehirli Yurttaş! Evinin bahçesinde şimdi kırmızı domates, gülden ve laleden daha kıymetlidir. Yurttaş! Bahçende süs nebatlarından (bitkilerinden) ziyade, yiyecek bitkileri yetiştir. Gelirini arttırmış olursun”
Hükümet köylülere üretimi arttırmaları için birçok emirler yayınlanmıştı. Çanakkale Valisi Atıf Ulusoğlu da, savaşın başladığı hafta “Sayın Halkımıza ve Köylüye” başlığı ile yayınladığı beyannamede şöyle diyordu: “Bugünkü siyasi ve harp vaziyetinin her tarafta yarattığı buhrandan endişelerden memleketimizin yani Türkiye Cumhuriyeti’nin sancağı altında yaşayan bütün bölgemiz varlık ve bolluk içinde müsterih yaşamaktadır…
Aziz Yurttaş! Çalış, daima çalış!.. Varlık, refah, saadet bununla kaimdir. Hükümetimizin diğer husustaki varlıklarına biz de toprak mahsullerimizi her senekinden daha fazla ekmek, dikmek ve yetiştirmek için azami gayret ile çalışalım. İktisadiyatımızı, üretimimizi hükümetin diğer varlıkları ile birlikte beraber baş başa yürütelim. Bugünkü piyasa ve fiyat düşüklüğünden ümitsizliğe düşmeyelim. Türk Milleti vaat edilmiş olan istikbal yarın belki yarından da yakındır.”
Çanakkale halkı işçisi, çiftçisi, esnafı, memuru ile hep birlikte bu zorlukların üstesinden gelmek için çaba sarf edecekti.