E-Posta : atabay64@gmail.com
Şair bir zamanlar şöyle sesleniyordu:
“Gözlerimden vurdular beni, / Yığıldı karanlık gri,
Sokaklar suskun, / Gözlerimden astılar beni, /Dizi dizi ağlayan çocuklar.
Kafatasım bana ağır, / Ayaklarım prangalı
Çölde kum yok, / Denizlerde su, / Gözlerimle dövdüler beni.
Kırıkçatal Meyhanesi, / Kırık plaklar çalar,
Alır götürür, / Bir yeşil Vadiye, / Ama gözlerim görmüyor.
Gözyaşı dökmek ölümüne, / Bir cananı kayıp,
Ufukta boran, / Ya içimdeki, / Prangalar.
Gözümden sakındığım, / Gözümden astılar beni,
Ne kefen ne kabir, / Uçurtmamda sallanırım, Nesimi’ye selam.
Kırıkçatal Meyhanesi’nde kırık plaklar…”
Bir başka şair ise “Hüzüne Veda” adlı şiirinde Kırıkçatal Meyhanesi’ni ve orada yaşanan duyguları anlatır:
“Sen kırık Çatal meyhanesini bilir misin?/ Terk edilmişlerin, yıkılmışların mabedidir sanki.
Unutmak için sarılırlar dolu kadehlere, / Teypten dökülürken hüzün dolu nağmeler,
Dertler depreşir, kanar yüreklerdeki, / Unutulmak istenilen tüm yaralar.
Kadehler kalkar şerefe diye peş peşe. / Ahlar, vahlar ve gözlerden dökülen yaşlar,
Yitikliğedir, yıkılmışlığadır hep söylenenler./ Meyhanenin o en tenha köşesinde,
Seni içiyorum kadehlerden. / Sensizlik, ah o beni kahreden sensizlik yok mu?
Ölmek olsa sensizlikten kurtulmanın yolu / İnan bana sevgilim düşünmeden gençliğimi,
Hemen keserdim bileklerimi. / Burası Kırıkçatal Meyhanesi,
Ve ben o meyhanenin en kuytu köşesinde, / Hüzün şarkıları kervanının en garip yolcusu.
Hüzünlü yolların son noktası hep sensin. / Yine de ulaşamıyorum sana, kahroluyorum.
Gecenin yarısı, meyhanenin kapanma saati geldi çattı. / Dertlilerin döktükleri tüm dertler,
Yine yoldaşları olacak gecenin karanlığında, / Kimi naralar atacak yollarda,
Kimileri gözyaşlarına boğulacaklar. / Yinede dertlerinden kopamayacaklar,
Ben de düşeceğim yollara garip mi garip. / Yitik umutlarım yoldaşım olacak.
Ve sensizliğime ağlayacağım doyasıya…
Çanakkale’de bir de “Kırıkçatal Meyhanesi” vardı. Hem lokanta hem de meyhane olarak servis yapardı. Burası Yalova Restoran ile Şehir Restoranı arasındaydı. “Kırıkçatal Meyhanesi” denmesinin nedeni çatalların birer dişinin kırık olmasıydı. “Kırıkçatal Meyhanesi”nin bulunduğu yer Yalova Restoranın bitişiğiydi. Yalova Restoran’ın arkasında şimdi vakıflar binası bulunuyor. O binadan önce Bahr-ı Sefid Oteli ve gazinosu, Şehir Lokantası, Balıkhane ve yanında da Katolik Kilisesi vardı. Bu meyhane 1950’li yılların sonundan itibaren 1970’lı yıllarda da hizmet verdi. Kırıkçatal Meyhanesi’nin sahibi Siyami Bey’di. Hoş sohbet biriydi. Halden hatırdan anlardı. Meyhanede dinlenen hüzünlü müzik plaklardan çalardı. Gündüz lokanta hizmeti verirken ise radyo hep açıktı.
1950’li yıllarda Türkiye’de Amerikan malları giderek rağbet görmeye başlamıştı. Gazetelerde bu ürünlerin reklamları yanında neredeyse haftada bir gün Amerikalı artistlerin boy boy resimleri yer alırdı. Kırıkçatal Meyhanesi’nin sahibi de meyhanesine müşteri çekmek için bu resimlerden esinlendi. Memleketinden uzak bulunanlar, hüzünlü olanlara bir arkadaş arıyordu. Zaten akşam olunca meyhanenin içi de loş bir aydınlığa sahipti. Bir akşam Kırıkçatal Meyhanesi’nden içeri girenler gözlerine inanamadılar. Her masanın başına bir kadın vardı. Masaya oturunca bir de ne görsünler tüm kadınlar plastikten yapılmış resimlerden ibaret… Hatta İstanbul’dan gelip Çanakkale’de iş yapan bir müteahhit kendisinden önce gelmiş bir müşterinin o sırada masasında bulunan plastikten kadına şunları söylediğini işitmişti: “Sen ne iyi bir kadınsın. Ağzın var, dilin yok!”