YUKARI ÇIK

Çanakkale Travel
Çanakkale Travel
01 Kasım 2020 tarihinde eklendi

Çanakkale ve Yaşadıklarım (31) ”1960’lı Yıllarda Çanakkale’de Yaşadığım Depremler”

Çanakkale’de artık daha başka işler yapmalıydım. Bir dahaki seneye bizim mahalledeki küçük köprünün yanındaki bir atölyede kasa çakmaya başlamıştım. Buradaki işimi oldukça sevmiştim. Arkadaşlarda iyi idi. Bazen tahta yapılması için gelen büyük tomrukları biçiyorduk. Bu zamanlarda iş oldukça ağır oluyordu ama el birliği ile üstesinden geliyorduk. Her zaman yanımızda bulunan bir radyodan da müzik dinliyorduk. İşte böyle bir ortamda Amerikalıların uzaya roket gönderdiklerini dinlemiştik naklen yayında. Bazen bir kamyon dolusu tomruk gelirdi. Bu tomruklar atölyenin yanına indirilir daha sonrada Ormancılar gelerek ağaçları kontrol ederlerdi. Yapılan evrakların kontrolünden sonra ellerindeki baltaya benzeyen aletler ile ağaçları işaretleyerek bırakırlardı. Kesme bundan sonra başlardı. Ağaçlar tahta ve mader olarak kesilirdi beşe on(5X5) veya ona on (10X10) diye tabir edilen bu tahtaların diğer adı da maderdir. Bir gün böyle bir ağacı kestiğimizde içerisinden farkında olmadan kesilmiş bir tüfek mermisi çıkmıştı. O kısmı keserek atölyede saklamıştık. Daha sonra ne oldu bilmiyorum.

Bir gün patron yanımıza gelerek bana para verdi telaşlı ve acayip bir ses ile “çabuk eczaneye git bana bir tane dul karı al gel” dedi. Arkadaşlar gülüşünce ben ne olduğunu anlamadan koşarak çıktım. Eczaneye geldim ama eczacıya ne istediğimi bir türlü söyleyemiyordum. İşletildiğim kanısında idim. Eczacı ne istediğimi sorunca; “amca patron beni ilaç almaya gönderdi ama ben ilacın adını tam olarak anlayamadım” deyince “nasıl bir isim söyledi hatırladığın kadarını söyle bakalım deyince” ben utana sıkıla “galiba dul karı” deyince eczacı gülerek arkasına döndü ve uzanarak raftan bir ilaç kutusu çıkardı. Patron şeker hastası galiba diyerek ilacı bana verdi. Bende parasını verdim. İlaç kutusunun üzerine bakınca yazıyı okudum. Dulcaril. Dönüşte arkadaşlar “dul karıyı buldun mu?” diyerek benimle kafa yaptılar. Yine bir gün burada çalışıyoruz. Hava o kadar sıcak ki dayanılacak gibi değil. Bu arada hava şöyle bir kararır gibi oldu arkasında şiddetliye yakın bir rüzgar ile birlikte korkunç bir yağmur başladı. Göz gözü görmüyor cinsinden bir yağmurdu bu. Bizler zaten sıcaktan bunalmışız birde her tarafımız ince ağaç talaşı içinde. Biz hemen üstümüzdekileri çıkararak yağmurun altına attık kendimizi. Soğuk bir şekilde üstümüze yağan yağmur çok hoşumuza gitti ama uzun sürmedi bu eğlence. Bir anda ceviz iriliğinde dökülmeye başlayan dolu taneleri vücudumuza çarptıkça canımızı yakıyordu. İçeriye zor kaçtık. Yağmur oldukça uzun sürmüştü. Atölyenin içerisini su bastı. Her şey suyun altında kaldı. Yağmur durunca her taraf ıslak olduğundan patron “bugün çalışmayalım” diyerek bizlere izin verdi. Bende hiç eve uğramadan doğruca denize gittim. Yeterince serinleyemedik herhalde. Yine burada çalıştığım sıralarda hafta sonu işten çıkınca her akşam olduğu gibi denize giderek bir güzel dalıp yüzdüm. Zaten saçlarımızın arasına giren ve vücudumuza yapışan ince odun talaşlarını ancak çıkarabilirdik. Denizde uygun bir süre yüzüp eğlendikten sonra eve gelir sıcak bir banyo alarak talaşlardan tamamıyla kurtulurdum. Yine böyle bir akşam denizden eve geldim ve banyoya girdim. Her tarafımı sabunlamıştım, saçlarımı da sabunlayıp bütün sabunu yüzüme dağıtarak ovalamaya başlamıştım ki birden ayaklarımın altındaki yer sallanmaya başladı. Ne yapacağımı bilemez bir halde donup kaldım ama hemen yere oturarak geçmesini bekledim. Bir süre sonra  annem dışarıdan Erhan deprem oluyor diye bağırdı ama ben ne yapabilirdim. Çabucak duvarda asılı durumda bulanan havluyu alarak üzerime alıp dışarıya çıkmayı düşünür iken sallantı durdu. Bende dışarıya çıkmaktan vazgeçtim.

Haydi depremden bahsetmiş iken aklımızdaki deprem anılarını anlatalım da bir daha nereye yazalım diye düşünmeyelim. Bir gün evin yanındaki tarlada oynamakta iken ev yapılması için temel kazılmakta olan bir arsaya kocaman bir kamyon taş geldi. Kazılmakta olan temele yakın bir yere indirmek için kamyon daha evvel tarla olan yere girince yumuşak toprağa battı. Çıkmak için uğraştıkça daha da çok batıyordu. Orada bulunan herkes arabayı çıkarmak amacıyla uğraşıyorlar tekerleklerin altını kazarak oraya taş doldurarak tekerleklerin daha sert bir yere tutunmasını sağlıyorlardı. Bu işlem yapılıp aracın çıkması için şoför gaza yüklenince tekerlekler, altına sıkıştırılan taşları fırlatarak dönmeye başladı. Yanlış değilse sene 1962 veya 1963 yılları olması gerekir. Bir ikindi sıraları idi. İşte tam bu sırada birden yer sallanmaya başladı. Etraftaki insanlardan önce şaşkın bir sessizlik arkasından da hep bir ağızdan “Allah emri oluyor” diyerek salavat getirmeler başladı yüksek sesler ile. O zamanlar depreme Allah Emri derlerdi. Daha sonraları Zelzele dendiğini hatırlıyorum. Şimdiyse Deprem deniyor artık. Hemen karşımızda bulunan binalardaki insanlar kendilerini dışarıya atmışlardı. Kamyonun yanında bulunan elektrik direkleri vardı. Yani bulunduğumuz yer yola yakın bir yerdi. Bu direkler arasında gerili bulunan teller uzun ağaç direkler  depremin tesiri ile birbirlerine doğru yaklaştıklarında yere değecek gibi oluyor, direkler birbirinden uzaklaştığında elektrik telleri gerilerek Tınnnnnn.! diye ses çıkartıyordu. Herkes bulundukları yerde yüksek sesle Salavat getirmekteydi. Bağrışmalar, çağrışmalar, ağlayanlar etrafta annesine bağıran çocuklar veya çocuklarını arayan annelerin korku dolu bağırışları. Deprem ne kadar sürdü bilmiyorum ama sarsıntı bittiğinde herkes sokaklardaydı. Yaşlılar ve kadınlar hepsi dışarıya çıkmış ağlayarak yaşadıkları korkuyu anlatıyorlardı birbirlerine. Bu arada oynamakta olan çocukları yanlarına döndüğünde çocuklarına sarılarak anlatıyorlardı korktuklarını. O gece insanların çoğu evlerine giremediler. Girenler var ise de herkes oldukça tedirgin idi. Bizim okulun bulunduğu tarafta daha doğrusu yazının baş taraflarında anlattığımız kışlık yiyeceklerin hazırlanır iken kullanılan hani dibekten bahsetmiştik ya; işte onun karşısında sel felaketinde amcamın beni taşır iken kuyuya düştüğü yerde küçük bir dam yıkılmıştı. Bu kerpiçten yapılmış ve içinde hayvanların barındığı ve dam olarak tabir edilen yerin bir duvarı yıkılmıştı ama başkaca zarar yoktu. Çevremizdeki zayiat buydu. Gece olunca biz çocuklar dışarıda bir miktar oynayıp sonrada içeriye girip yatıp uyuduk ama büyüklerimiz o geceyi oldukça tedirgin geçirmişlerdi. Daha sonra yıkılan başka yerler olmadığı anlaşıldı herhalde ki, ölü veya yaralı diyerek hiç kimseden bahsedilmedi.

Başlamış iken deprem muhabbetine devam edelim artık son olarak. Büyüklerimiz depremin etkisinde kaldıklarından uzun süre bahsettiler bu olaylardan. Eski büyüklerimizin anlattıklarına göre büyük depremler üç defa gelir gider imiş. Yani bunun anlamı deprem olmaya başlayınca birinci dalga gelir sonra biraz hafifler daha sonra ikinci darbe gelir ve üçüncüde biter imiş. Bu çok anlatıldı. O kadar çok anlatılmış ki benim aklımda oldukça yer etmiş. 17 Ağustos depremi olmaya başlayınca ilk aklıma gelen bu oldu ve depremi saymaya başladım. Evet gerçekten üç defa geldi gitti ve ancak üçüncünün sonunda ben savrulduğum terden kalkarak odayı terk edebildim. Bu konuyu “Deprem” adı altında yazmıştım yaşadığımız asrın felaketini. Başımdan geçenler ile görüp yaşadıklarımı bu yazıda bir araya toplayarak resimler ile de zenginleştirip belgesel gibi bir şeyler yaptım. Depremden hemen yarım saat sonra çekilmiş hareketli filimler ile de besleyerek bir şeyler yapmaya çalıştım. Ne zaman güncelleşir ve açığa çıkar bilmiyorum. Kaldığımız yerden devam edelim gene konuya. Aradan yaklaşık olarak on gün kadar geçmesine rağmen zaman içerisinde hala deprem ile ilgili konuşmalar sürmekteydi. İnsanlar o gün yaşamış oldukları depremi anlattıktan sonra daha evvel yaşadıklarını veya yaşayanlardan duyduklarını birbirlerine anlatmaya başlamışlar idi. İşte bu anlatılanlardan birisi o zamanlar sadece gülmek amacı ile bizim dikkatimizi çekmişti ama daha sonraları bu olay üzerinde düşündüğüm zaman insanların daha eski yaşamlarında nelere inandıklarını veya din adına nelere inandırıldıklarını gözler önüne sermek amacıyla burada anlatmayı uygun buluyorum. Olay sanırım meşhur Yenice depreminde meydana gelmiş. Bilindiği gibi orada yaşanan büyük bir deprem ile burası yerle bir olmuş anlatılanlara göre taş üstünde taş kalmamıştı. Büyükler bu depremi anlatır iken Yenice yıkıldı diye anlatırlar idi. İşte yukarıda bahsettiğimiz gibi eski hatıralar yavaş ,yavaş ortaya çıkmaya başlamışlar idi ve anlatıla geliyordu. İşte bunlardan bir tanesi. Yenice depremi olduğunda olayı Çanakkale’de bütün şiddeti ile hissedilmiş o zamanlar anlatılanlara göre. Çanakkale ve köylerinde yaşayan insanlarda depremi şiddetli bir şekilde hissedince hemen kendilerini evlerinden dışarıya atarak kurtulmuşlar şoktan.

İleriki yıllarda biz arkadaşlar ile birlikte plajda yüzmeye gitmiştik. İlk zamanlar plaj üç bölüm idi. Ana kapıdan girince sol taraf kadınlara aitti. Sağ taraf ailelere ait olup Meteoroloji ye yakın olan kısımda bekar erkeklere aitti. Çok sonraları bu aile yeri ile bekar yerini birleştirdiler. İşte o zamanlardan birinde, denize doğru yüzümüzü döndüğümüzde sağ tarafta kalan duvarın dibine oturmuş güneşlenmekte idik. Bu sırada arkadaşlardan birisinin üzerine kumlar geldiğinden o hemen denizin kıyısına giderek kumlarını yıkamaya başlamıştı boğazın serin suları ile. Tam bu sıralarda denizden çıkan oldukça irice bir erkek koşarak önümüzden geçmeye başladı. İşte tam bu anda yer sarsılmaya başladı. Kıyıda olan herkes şaşkınlıktan ne yapacaklarını şaşırmış bir durumdaydılar. Ben duvara sırtım dayalı olarak bulunmaktaydım. Sarsıntıyı tabandan hissettiğim gibi duvardan da güçlü bir şekilde hissettim ve biraz korku biraz da gençliğin verdiği bir artistik macera tutkusu ile bulunduğum yerde bir takla atarak duvar dibinden uzaklaştım hemen. İşte bu sırada duvarın üzerinden bir taş parçası koparak benim az evvel bulunduğum yere düştü. Bu arada denizdeki arkadaş olayı hiç hissetmemişti ama diğer insanlar olayın etkisinde kalmışlardı. Sarsıntı geçince herkes bağıra çağıra depremi anlatmaya başladı gene. O sırada kendileri karada olupta eşleri çocuk veya akrabaları v.s denizde olanları güçlü bağırışlar ile yanlarına çağırarak “deprem oldu duymadınız mı hemen çıkın sudan” diyerek yanlarına çağırdılar. Etraftaki bağırtıdan ıslık seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Kısa bir süre sonra çok kişi toparlanarak hemen plajdan ayrılarak gitmişlerdi. Bizler yine yüzmeye devam etmiş çok kısa bir süre sonrada olayı unutmuştuk.

Ben bu yaşlarda iken çok hareketli bir tip olduğumda arkadaşlar ile güreşir boğuşuruz yüksekten atlarız v.s. bundan dolayı sık,sık göbeğim kaçar müthiş bir karın ağrısı ile birlikte istifra eder dururdum. Annem hemen beni yatırır göbeğimin altına parmağını bastırarak şöyle bir yoklar sonrada gene “göbeğin kaçmış” derdi. Ben yüzüm yukarı dönük olarak yatarım ve dizlerimi dikerim. Annem baş parmağını diğer parmakları ile birleştirerek göbeğime kuvvetlice bastırırdı. Bu şekilde uzunca bir süre bekledikten sonra “bakalım oldu mu?” diyerek bir daha kontrol ederdi. Kontrol sonucunda göbeğimin yerine geldiğini görünce “kalk bakalım geçmiş olsun” derdi ve canımın ne istediğini sorardı. Bu işlemden sonra mutlaka karnım acıkırdı. Bende “suda yumurta yapsana” derdim ve afiyetle yerdim. Şimdi suda yumurta nasıl olur derseniz anlatalım. Kaynamakta olan tuzlu suyun içerisine yumurtalar kırılarak pişirilir. Daha sonra başka bir tava içerisinde eritilmiş olan margarin yağı üzerine kırmızı toz biber konularak kavrulur ve yumurtaların üzerine dökülür hele birde hafif acı olur ise yeme de yanında yat. Suda pişirildiğinden oldukça hafif olur. En kısa zamanda gene yapmalı bari. Göbeğimin kaçtığı bir gün aynı işlemleri yaptıktan ve beni iyileştirdikten sonra bunun nasıl olduğunu anlatarak sende öğren bir gün işine yarar yaparsın diyerek püf noktalarını anlatmıştı. Göbeği kaçan insanı duruşu farklıdır. Ellerini göbeğinin üzerine bastırarak dolaşır karında bir ağrıdan daha çok müthiş bir acı uygusu olur. İstifra ve iştahsızlıkta bunun önemli göstergelerindendir. Zaten bir şey yiyemezsiniz, çünkü yediğinizi çıkartırsınız. Ben bunu öğrendikten çok uzun yıllar sonra çalıştığım Bayrak Garnizonunda bir Astsubay arkadaşın mide şikayeti olduğunu söylediğinde ben bunun göbek kaçmasına benzediğini söyledim. Tabi bana inanmadılar. Ben kendisine “sen gene hastaneye bir git ama dönüşte bana mutlaka uğrayacaksın” dedim. Neyse tahliller filmler v.s. sonunda bir şey bulamadıklarından bir ilaç vererek göndermişler. Dönüşünde beni aradığını öğrendim. Yatakhane binasına giderken “son günlerde ağır bir şey kaldırdın mı, yoksa yüksek bir yerden atladın mı?” diyerek sorular sordum. Senelik izinde yaptırmış olduğu bina inşaatına demir taşımış olduğunu söyledi. Neyse ben arkadaşı yatırarak göbeğini kontrol edince burasının atmadığını fark ettim. Bu noktaya biraz masaj yapıp parmak uçları ile bir zaman bastırdıktan sonra kontrol edince yerine geldiğini gördüm. Şimdi yaklaşık olarak on dakika kadar istirahat etmen lazım deyip yanına oturup sohbet etmeye başladık. Diğer arkadaşlarda yatakhanenin camından bize bakıyorlardı. Sohbet esnasında kendisine ne hissettiğini sorunca ilk cevabı şu oldu: “Çok açım”. “Tamam, şimdi evine git yemek ye ama az ve hafif olsun akşama istediğin kadar yiyebilirsin” dedim. Teşekkür ederek ayrıldı. O günden sonra birlikte adım göbekçi kaldı. Nereden nereye. Benim için en heyecanlı günlerden biriside ilk okul beşinci sınıfın sonunda yapılan bitirme imtihanı idi. O gün sınav için okulda sınıfın kapısında bekler iken bendeki heyecan anlatılamaz. Sanırım imtihan bir hafta kadar sürüyordu. Bana Çarşamba günü sıra gelmişti. İçeriye girdim. Öğretmenler sıra ile oturmuşlar bana bakıyorlardı. Soru okul müdüründen geldi. Kan dolaşımını sordu. Bir başka öğretmen İstanbul’un fethinin tarihini sordu bende cevaplayınca sınav bitmiş oldu. Bir iki soru ile atlattık bu heyecanı. Sınav sonunda öğretmenlerden birisi geçti deyince nasıl çıktığımı ve eve nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. Zamanı gelince Erkek Sanat Enstitüsü Orta bölümüne yazılmaya karar verdik ve yazıldık. Benim için bambaşka bir dünya idi. Her dersin öğretmeni ayrıydı. Burada aklımda kalan ise her sabah evden çıkarak şimdiki Stadyum yanına kadar yürüyorduk. Kış olduğunda özellikle küçük köprü üzerinden geçmek çok zor oluyordu. Çok fazla estiğinden burasının ayazı dayanılmazdı. Bunun için evden çıkmadan annem göğsüme gazete kağıdı yerleştirerek soğuğun vücuduma işlemesini önlerdi. Köprüyü geçince hemen doğruca karşımıza gelen yola devam ederdik. Burasının adı Yahudi mahallesi yolu idi. Bu yolun sağında solunda binalar olduğundan bu yol baca gibi felaket olarak eserdi. Başka seçenek olarak ara yollar vardı ama en kısa yolda burası idi. O zamanlar belediye araçları v.s. toplu taşıma araçları yoktu. Her tarafa yaya olarak gitmek zorundaydık. Yağışlı havalarda çok zor oluyordu.

(Devam Edecek)

16.800 kez okundu
Yazarın Diğer Yazıları
Çanakkale ve Yaşadıklarım (38) ”1960’lı Yıllarda Hamidiye Tabyaları” 20 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (37) ”1960’lı Yıllarda Çarşı Caddesi ve Sahildeki Esnaflar” 13 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (36) ”1960’lı Yıllarda Çamburnu’nda Balık Tutma Maceram” 06 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (35) “Eskiden Hamidiye Tabyalarının Ön Kısmında Denizden Barut Çıkarırdık” 29 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (34) “1960’lı Yıllarda Denizcilik ve Kabotaj Bayramları Çok Renkli Olurdu” 22 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (33) ”Çanakkale Boğazı’nda 1966 Yılı Kasım Ayı Başında Batan Arabalı Vapuru” 15 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (32) “Yıllar Önce İmece Usulü İle Salça ve Erişte Yapma Maceralarım” 08 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (30) “1960’lı Yıllarda Çanakkale Havaalanı Yakınlarına Düşen Uçak” 25 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (29) “1960’lı Yıllarda Çanakkale Panayırı” 18 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (28) “Çanakkale’de 1960’lı Yıllardaki Kestaneci Avat ve Şamcı Nuri Unutulur mu?” 11 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (27) “1960’lı Yıllarda Özbek Köyü” 04 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (26) “1960’lı Yıllarda Yukarıokçular Köyü” 27 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (25) “1960’lı Yıllarda Kordon Boyunun Güzellikleri” ” 20 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (24) “1960’lı Yıllarda Çanakkale’deki Sinemalar” 13 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (23) “Bir Zamanlar Havuzlar Mevkiinde Hafta Sonu Eğlencelerimiz” 06 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (22) “1960’lı Yıllarda Gazete Dağıtıcısı Nara Zeki ve Çanakkale Esnafları” 30 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (21) “Çanakkale’de 1960’lı Yıllarda Faytonla Yolculuk“ 23 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (20) “1960’lı Yıllarda Çanakkale’de Esnafların Çoğu Museviydi “ 16 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (19) “1960’lı Yıllarda Barbaros Mahallemizin Unutulmaz İsmi Cafer“ 09 Ağustos 2020