YUKARI ÇIK

Çanakkale Travel
Çanakkale Travel
15 Kasım 2020 tarihinde eklendi

Çanakkale ve Yaşadıklarım (33) ”Çanakkale Boğazı’nda 1966 Yılı Kasım Ayı Başında Batan Arabalı Vapuru”

1966 yılı Kasım ayının başıydı. Sanırım 2-3 Kasım olması lazım. Sabah okula vardığımızda herkes heyecan içerisinde Çanakkale’den Eceabat’a geçen “Derince” adlı arabalı vapurunun yabancı bandıralı bir gemi ile çarpışarak battığını konuşuyordu. Hatta birisi “Ben şimdi kordon boyundan geliyorum. Oradan bakıldığında batan geminin direkleri hala görülebiliyor” deyince ben ve birkaç kişi koşarak kordon boyuna çıktık. Şimdiki kordon boyunda yer alan Belediye Sosyal Tesislerinin orada o zamanlarda Belediye Sineması vardı. Onun önünden baktığımızda askeri hastanenin o taraflarında batarak karaya oturmuş  geminin direklerinin yaklaşık olarak birkaç metrelik bir kısmı suyun üzerinde duruyor ve dalgalar çarptıkça beyaz köpükler çıkararak yerini belli ediyordu. Hani bazı karikatürlerde olur denize düşen kişi boğulmak üzeredir ve suyun üzerinde sadece eli görünür imdat istemek için, işte gemi de o durumda göründü gözüme sanki. Son bir çare ile elini uzatmış “imdat kurtaran yok mu?” der gibiydi. Karşıya geçer iken yabancı bir gemi ile çarpışmış yaralanmış çarpan yabancı gemi yoluna devam ederek arabalının karaya oturmasını sağlamış bu arada da gemiye ipler sarkıtarak gemi üzerindekileri kendi teknesine alarak çok kişiyi kurtarmış idi. Bizlere anlatılan buydu. Biz aynı gün öğle paydosu ve akşam okul bitince tekrar, tekrar giderek baktık sanki yardım edebilecek gibi. Her gidişimizde sanki biraz daha batıyor direklerinin ucunun daha az bir kısmı görülüyordu. Ertesi gün gidip baktığımızda artık görünmüyordu. Evet gemi kurtarılamamış ve batmıştı. İçimizi garip bir eziklik kaplamıştı. Uzun bir zaman sonra geminin dip akıntıları ile sürüklenerek Kepez Burnunu geçtiğini söylediler. Ne derece doğru bilinmez. O kısımda akıntılar oldukça kuvvetlidir.  Bu olay oldukça etkilemişti bizleri. Her gün aynı yollardan geçerek gidip geliyorduk okula ve buralarda yaşanan bir çok olaya şahit oluyorduk. Bunlardan bir tanesi şuydu. Hastanenin tam önünde klakson çalınmaz diyen bir trafik işareti vardı. İşte tam buraya gelmiş iken bir özel araç içerisindeki genç birisi korna çaldı. Bu durumda hemen hastanenin önündeki durakta sıra bekleyen taksiciler bu kişiye müdahale ettiler. “Burasını hastane olduğunu içeride hastaların bulunduğunu bilmiyor musun sen? Ne saygısız bir insansın?” diyerek durdurdukları aracın şoförüne nasihat ile birlikte bağırıyorlardı. Bu arada polis gelerek olaya müdahale etti. Taksi şoförleri bahsedilen kişinin Hastane önünde klakson çaldığını kendilerinin ikaz ettiğini, ama bu kişinin kabadayılık yaparak tabiri caiz ise posta koyduğunu anlatınca polis aracın şoförünü kibarca karakola davet ederek götürüp olayı çözmüştü. Şimdi bu tür saygısızlıklara karışan yok. Zavallı Türkiye’m her geçen gün saygısızlar ülkesi olmaktasın ve kimsede bunun farkında değil. Küçükler büyüklere çocuklar ana babalara erkekler kadınlara kadınlar erkeklere saygısızlığın en büyüğünü yapmaktalar. İşin kötü tarafı ne biliyor musunuz, bir olayı fark ederek yapılan saygısızlığı ikaz ettiğinizde (Nedense burayı hiç anlayamıyorum) genelde saygısızlığı yapan yerine ikaz edene çatarak bütün güzelliği bozuyorlar yaşamın. Allah hayırlar etsin. Özellikle erkeklerin kadınlara olan saygısızlığı  her geçen gün artmakta. Daha şarkıcılığa yeni başlamış bir yeni yetme o kutsal varlık olan kadına “Zilli” diye hitap edebiliyor ve işin garip tarafı hiçbir kadın da çıkarak siz bütün kadınlara “Zilli” diyemezsiniz demiyor ve aynı berbat şarkıyı söylemeye çalışıyor. Olmaz böyle bir saçmalık, kadınlarda haklarına sahip çıkmaz ise. Çok yazık. O dünyanın en güzel varlıklarına bu tür hitap etme hakkını nereden buluyor ki? İşte daha sonra bu rezil sözleri olan şarkı insanlara her yerde zorla dinletildiğinden bu adi, sözde şarkının sözleri ile yetişen gençlerde kadına saygısız olarak yetişmekte zavallı bir hal almakta ortalık. Şimdi bunları yazdığım için bana kızanlarda çıkacaktır ama lütfen önce bir düşünün o zamanlardaki kadına saygıyı birde şimdilerdekini. Neyse daha fazla anlatarak sinirlerimizi bozmayalım.

Yine bu civarda şahit olduğum ayrı bir olay ise postanenin tam karşısında yolu ikiye ayıran ağaçlı bir yer var. Tam burada bir öğrenci kız koşarak karşıdan karşıya geçti ve yolu ikiye ayıran bu ağaçlı yere gelince nasıl olduğunu anlayamadık kapaklanarak düştü ve kalkamadı yerinden. Hemen karşıdaki taksi durağında bekleyen taksi şoförleri koşarak gelip kızı kaldırdılar ama kız hiç konuşmuyordu şoförlerden birisi kızı kucaklayarak hemen yandaki hastaneye doğru koştu. Ben yoluma devam ettiğim için daha sonra ne oldu bilmiyorum. Ama aradan bir zaman geçince aynı kızın her iki kolu birden alçıya alınmış olarak dolaştığını gördüm görünmez kaza buna denir işte.

Dersler devam ediyor, biz okulda bulunan bütün mesleklerden dersler görerek eğitim alıyorduk. Bunlar marangoz işleri, tesviye işleri ve demircilik işleri idi. Bizlere temrin adı altında işler veriliyor bizde bunları yapıyorduk. Sonucunda not alıyor ve sınıf geçiyorduk. Bir gün demir atölyesinde çalışıyor iken ocak içerisine kömürleri yerleştirdik körük çalıştı ve döverek şekil vereceğimiz demir parçalarını bu kuvvetli ateş ile yanmakta olan ocağa koyduk ve tavlanmasını bekliyoruz. Tavlanan parçayı alıp bir miktar dövdükten sonra tekrar yerine koyar iken mi, yoksa daha ilk defasında almaya çalışır iken mi, sanki burada başkaca bir yer yokmuş gibi körüğün basıncı ile birlikte ocaktan kalkan köz parçası gelerek benim yanağıma kondu. Uzun zamandır görüşmeyen iki sevgilinin öpüşmesi gibi yapıştı bırakmıyor. Ben bir yandan bağırıyor, bir yandan da tepiniyorum. Bu arada kuvvetli bir çift kol beni ensemden tuttuğu gibi hemen körüklerin yanında bulunan yağ tankına doğru sürükleyerek onun içinden alınmış bir miktar yanık makine yağını şap diyerek yanık olan yere sürdü ve beni hemen yanmakta olan ocağın başına götürerek yanık ve yağlı olan yüzümün bir tarafını bu ateşe yaklaştırarak bir müddet bekledi. Zaten yanmasından dolayı acımakta olan yanağım daha da fazla acıyordu ve ben daha çok bağırıyordum, çırpınıyordum ama beni tutan kuvvetli kollardan kurtulmam imkansızdı. Bir ara beni tutan eller biraz gevşeyerek beni ateşten uzaklaştırdı. Bu kısacık molada canımın acımasının hafiflemiş olduğunu fark ettim. Beni tutan eller kısa bir süre beni tekrar ateşe doğru iterek yanan tarafımı ateşe tuttu. Yine bir zaman sonra kenara çekilince acımanın kesilmiş olduğunu fark ettim. O zaman tamamıyla serbest bırakıldım. Beni tutan demir atölyesi öğretmenlerimizden birisi idi. Allah razı olsun beni tutarak hem acımı geçirmiş, hem de yara izi kalmasını önlemişti. Elinden kurtulmam imkansız olan Mehmet Ali Hoca tabiri caiz ise kelimenin tam anlamıyla kapı gibi bir adamdı. Beni serbest bıraktıktan sonra boynuma doğru akan makine yağını göstererek “fazlasını sil ama yüzündekine dokunma” dedi. Arkadaşlar ellerine geçirdikleri bez parçaları ile boynuma doğru akan yağ fazlalarını temizler iken, Mehmet Ali Hoca “bu tür durumlarda yanan yara öncelikle herhangi bir yağ sürün daha sonra yanan kısmı ateşe gösterin bu durumda fazla yaklaşarak daha da yanmayın, acı dayanılmaz olunca ateşten uzaklaşarak bir müddet dinlenin, yaklaşık olarak bir dakika içerisinde hem acınız diner, hem çok kısa bir süre sonra o yanan yeri rahatça kullanabilirsiniz, hem de daha sonra yara izi kalmaz” diyerek bize bu yaptığı işle ilgili bilgi verdi ve iyi öğrenmemizi istedi. Yeterince öğrenmiş olacağım ki, ben bu işlemi hayatım boyunca bir çok kereler kullandım ve her defasında da başarılı oldum. Bu işlemi uygulayarak başarılı olduğum kişiler inşallah öğrenerek başkalarına da öğretirler. Burada dersler farklı idi. İngilizce öğrenmek çok hoşuma gitmişti. Bütün derslere zaman ayırır iken matematiğe yeterince zaman ayıramayarak o sene matematikten sınıfta kaldım. Bu sınıfta kalmak beni oldukça üzmüştü. Kabahat bendeydi elbette.

Bir gün kimya dersinde Hocamız Hilmi bey deney yaparak bizlere ders anlatıyordu. Kış günü ve ikindiden sonra bir vakitte idik. Hocamız kağıdın üzerine birkaç maddeyi koyarak eliyle ovuşturmaya başladı ve tam bu sırada korkunç bir patlama oldu. Herkes panik ile yerlere atarak kendisini kurtarmıştı. Başımı kaldırıp bakınca ders kürsüsünün üzerinde yoğun bir duman tabakası vardı ve ilk aklıma gelen şimdi duman dağılınca öğretmenimiz ve yanındaki arkadaşlarımızı yüzleri simsiyah bir şekilde bizlere bakar bulacağız zannettim filmlerde olduğu gibi ama hiçte öyle değildi. Hocamız bir eliyle diğer elini bileğinden kavramış parmaklarındaki etler gitmiş kemikler görünüyordu. Hemen koşarak idareye gidip müdüre beye heyecan içerisinde “deney yaparken patlama oldu. Hocamız ağır yaralı” deyince Müdür Bey hemen telefonu kaldırarak ambulans isterken, biz oradaki öğretmenler ile birlikte tekrar yukarıya koştuk. Hocamızın eline sarılan beyaz bir mendil ile aşağıya inmek için kapıdan çıkar iken buldum. İçeriye girdiğimde birkaç arkadaşın yüzlerinde küçük kanamalar vardı. Patlayan cam tüpler ön sıradakilerin yüzüne batarak kanamalarına sebep olmuştu. Bu tür arkadaşlarda aşağıya indirilip acele hastaneye gönderildi. Çok korkunç bir olaydı bu yaşadığımız. Patlama Çanakkale’nin yarısından duyulmuş idi. Çok uzun bir süre hocamız okula gelemediği gibi Laboratuarda uzun süre kullanılamadı. Ay olarak tam hatırlamıyorum ama sanırım 1967 yılıydı. Çanakkale daha doğrusu Türkiye bir savaşın eşiğine gelmişti. Kıbrıs’ta bulunan Rumlar yine Türk köylerine baskınlar yaparak çocuk çoluk demeden herkesleri öldürmekteler idi. Bunları basından ve radyodan dinlemekte ve bilmekteydik. İşte bu zamanlarda Türkiye buraya bir harekat düzenleyerek vatandaşlarımızı kurtarmaya karar vermişti. Bu işlemlerin hazırlıkları esnasında Çanakkale halkına görevler düşmekteydi. Evlerde pencerelerin camları kalın perdeler ile kapatılarak dışarıya ışık sızmasını önlemek gerekiyordu. Camlara mavi defter kitap kaplama kağıtlarından yapıştırılarak kalın perdeler yerine daha ince perdeler ile ışık sızmasının önüne geçilebiliyordu. Geceleri görevliler mahalleleri gezerek pencerelerden dışarıya ışık sızan evleri ikaz ederek bunun önüne geçmelerini, yoksa kanuni işlem yapacaklarını söylüyorlardı. Araçların far lambaları da bu tür mavi kağıtlar ile kaplanarak karartma uyguluyorlardı. Şehir içerisinde askeri araçlar ve silahlı askerler çoğalmış idi. Askerler tam teçhizatlı olarak dolaşıyorlardı şehir içinde. Bu dolaşanlar izinli olanlar değil görev için şehir merkezine inmek zorunda kalanlar idi. Başlarında miğfer üzerlerinde kütüklük denilen kemerli palaskalar, kemerlerinde bel çantaları ve mataralar ve elbette ki silahları vücuda çapraz asılmış olarak dolaşmaktaydılar. Okullarda ise bu savaş ile ilgili bir konferans verilerek savaş anında neler yapabileceklerimiz anlatıldı. Savaş esnasında en korkulan şeyin buralara yapılabilecek uçak taarruzları idi. Uçak saldırısı ikazı verildiğinde herkes koşarak önce sınıflardan, sonra okuldan dışarıya çıkıp bahçede bulunan ana binaya uzak bahçe duvarlarının kenarına yatarak kafamızı da ellerimizin arasına almamız öğretilmişti. Şimdilik bizler için en büyük tehlike Yunanlılar tarafından yapılabilecek olan bir hava saldırısı idi. Okul duvarlarına, verilecek alarmlar ile ilgili olarak posterler asıldı. Burada uçak alarmı veya gaz alarmı gibi durumlarda siren veya çanların ne şekilde ve nasıl çalınacakları gösteriliyordu. Sık, sık okuldaki bir çan vasıtası ile uçak saldırısı alarmı verilerek bütün öğrencilerin dışarıya çıkmaları sağlanıyordu. Bu tatbikatlar bazen oldukçada işe yaramaktaydı ki, mesela yazılı sınav olmakta iken böyle bir alarm verildiğinde dışarıya kaçar iken sıranın altındaki kitabıda koynumuza sokarak çıkıyorduk dışarıya. Bahçede araziye uyarak duvar kenarına yattığımız zaman hemen soruları buradan bularak okuyorduk. Hatta bir gün yapılacak olan sınava yeterince hazırlanamayan bir arkadaşımız başına gelecekleri bildiğinden tam sınavın başladığı saatte alarm çanının çalınmasını sağlamak için başka sınıftan bir öğrenciye para vererek yaptırmıştı bu işi. Tabi bizlerde kurtulmuştuk. Daha sonra Kıbrıs’a yapılan harekatı dinledik radyolardan ve basından da resimler ile izledik. Her sabah okula gelir iken değişik gazeteler alarak takip etmeye başlamıştık olayları. Pilot Cengiz Topel'in şehit oluşu günlerce konuşuldu ve anlatıldı. Yabancı savaş gemileri arasına saklanarak ateş etmekte olan bir Rum Hücumbotundan bahsediliyordu. Bunu fark eden uçaklarımızdan birisi bu iki yabancı gemi arasına yan olarak dalarak ateş etmekte olan hücumbotu bıraktığı tek bir bomba ile batırmış, hem de diğer gemilere zarar vermeden. Bunu o zamanlar yabancı bir gazetecinin az evvel bahsettiğimiz yabancı gemilerin personelinin ifadesine dayanarak gazetede okumuştum. Daha sonra savaş bitirilmiş ve Kıbrıslı yurttaşlar kurtarılmış, tehdit altındaki Çanakkale halkı da rahatlamıştı. Savaş hazırlıkları yani karartmalar falan ortadan kalkmıştı.

Bu okuldaki anılarımda bir tane daha. Birkaç gündür yağmur yağmaktaydı. Cumartesi günü okul var idi o zamanlar yarım gün olarak. Yağmur yağdığı için dışarıya çıkamadığımızdan okulun girişinde toplanıp İstiklal Marşı söyleyecektik. Herkes toplanıp konuşma yapılıp ta marşa başlanacağı sırada kar yağmaya başladı. Biz İstiklal Marşını bitirip çıkana kadar yerler beyazlamaya başlamış, tipi halinde kar yağışı devam etmekteydi. Lisenin oralara geldiğimizde hem önümüzü göremiyor, hem de kaydığımızdan zor yürüyorduk. Bizim için en zor yer küçük köprünün üzeri idi. Ağaç taban hemen kar ile kaplanarak daha kaygan oluyordu. Rüzgarlı havalarda hemen donarak tehlikeyi artırıyordu. Neyse bu kar yağışı hafta sonunda yağmaya devam etti. Pazartesi günü kalktığımızda kar yağışı durmuştu ama tabiri caiz ise biriken kar dizlerimizi geçiyor zaman ,zaman da belimize kadar geliyordu. Hazırlanıp okula gitmek için yola çıktım. Zorlanarak ta olsa çarşı içine geldim. Buralardan arabalar geçtiğinden kar ezilmiş ve yürümek daha kolay halde idi. Zar zor da olsa okula geldiğimizde bizi sadece bir hademenin beklediğini gördük. Okullar bir hafta süre ile tatil edilmiş idi. Boşu boşuna o zahmeti çekmiştik. Kar daha sonrada günlerce yağmış ve uzun sürede kalkmamıştı. O zamanlar kış çok fazla olmaktaydı. Okula gitmeden önce giyinir iken annem göğsüme gazete kağıdı koyar idi soğuk işlemesin diye. Daha evvelde bahsettim toplu taşıma araçları da yoktu. Her tarafa yaya olarak gider gelirdik. Ben sabahleyin kalkıp okula gidiyor öğle yemeği için eve geliyordum. Yemekten sonra saat 13.30 da tekrar dersimiz başlamaktaydı. 13.20 de evden çıkınca çok rahat olarak derse yetişip bir de ara kalıyordu. Bir gün arkadaşlar arasında konuşur iken ben bu olayı anlattığımda bazıları inanmadı ama bir tanesi “mademki bu kadar hızlı hareket edebiliyorsun neden okul kros takımına katılmıyorsun?” dedi. “Nasıl olacak bu iş?” dediğimde “ben hoca ile konuşurum” dedi. Hocada “gelsin bir görelim” demiş. Akşam üzeri stadyumda atletizm çalışmaları vardı. Oraya gittik. Öğretmen beni görünce bana “hiç koştun mu” deyince “hayır” dedim. “Peki futbol falan” dedi. “Hiç sevmem ve oynamam” dedim. “O zaman gel bir deneyelim bakalım” diyerek “hazır olduğunda başla stat etrafında bir tur at gel bakalım” dedi. Bende sıraya geçerek tek başıma koşmaya başladım. Hoca elindeki alet ile saat tutuyordu. Ben turu bitirince “gel bakalım. Zaman olarak iyi ama, sen krosu bilmiyorsun biraz beraber çalışmamız lazım. Sen şimdi yavaş, yavaş antrenmana başla nefes aç” dedi. “Peki” diyerek biz koşmaya başlamış olduk. Bana ertesi gün bir takım eşofman ve bir çift ayakkabı, bir kasa kuru üzüm ve bir torba da limon verdiler. Bu yiyeceklerin her hafta verileceğini bildirdiler. Ben antrenmanlara başladım. Ben 1500 metre koşuyordum ve durumumda oldukça iyiydi. 19 Mayıs Bayramı yaklaşmaktaydı. Bayram günü karşıdaki Kemal Yeri denilen yerden toprak alarak bayram anında Valiye verecektik. Benim bu hızlı koşmamdan dolayı bu göreve ben seçildim. Yanımızda iki kişi daha vardı ve bunlar başka okullardan öğrencilerden idi. Biz bu olayın çalışmalarını yapar iken stadyum da Okullararası Çanakkale seçmeleri yapıldı. Ama biz diğer tarafta olduğumuzdan bu yarışmalara katılamadık. 19 Mayıs sabahı erken saatte kalkarak bizleri bekleyen motor ile karşıya geçtik orada bekleyen bir Jeep ile Kemal Yeri denilen yere gittik. Bize daha önceden verilmiş olan kırmızı renkli bir torbaya buradan aldığımız toprağı doldurarak yola çıktık. Araç birimizi bırakıyor yola devam ederek bir kilometre ileride bekliyordu. Torbayı alan kişi bu mesafeyi koştuktan sonra aracın yanına geldiğinde elindeki torbayı diğer kişiye vererek araca biniyor ve araç devam ederek tekrar bir kilo metre ileride bekliyordu. Bu olaya Kilitbahir’e kadar devam etti. Orada bizi bekleyen motora binerek karşıya geçtik. Çanakkale’ye geçince tekrar hep beraber koşarak stadyuma gittik ve bizi bekleyen öğretmenimize geldiğimizi bildirdik. Hoca bize bozuk attı erken geldik diye ve ondan sonra da; “Eeeee ! En hızlı koşanları gönderirseniz erken gelirler tabi” diyerek gönlümüzü de aldı. Biz bu arada dinlenip elimizi yüzümüzü yıkadık üzerimizdeki terleri attık ve bekler iken bize haydi dediler. Bütün okullardan öğrenciler kocaman bir Türk Bayrağının etrafında toplanım her birisi bir ucundan tutarak hazır beklemekteydiler. Biz üç kişi en öne geçerek en önde torba benim elimde yanımda diğer kişiler olarak stada girerek bu şekilde bir tur attıktan sonra Valinin karşısına gelerek durduk. Vali geldiğinde bu torbayı teslim ettik. Arkamızdaki öğrenciler de bayrağı toplayıp katlayarak bunu Vali Beye  verdiler. Vali Bey bizi sarılarak öptü ve bayram ondan sonra başlamış oldu. Bizede stadyum içerisinden bayramı seyretme izini verildi. Çok güzel bir gün idi. Bende hatırası büyüktür. Bahar geldiğinde 19 Mayıs Gençlik Bayramına çok önem verilirdi. Nisan ayının ortalarından itibaren bu bayramı kutlamak için gerekli hazırlıklar yapılarak çalışmalara başlanırdı. O zamanların anlatımı ile Ondokuz Mayıs mareketleri çalışmaları günlerce sürer haftada bir kerede stadyumda toplanarak genel prova yapılır idi. Havanın yağışlı olmadığı zamanlarda okulumuzda çalışmalara üzerimizdekileri çıkartarak güneşin altında çalışarak ilk günlerden itibaren yanmaya yani kararmaya başlardık. Çalışma bitince yine arkadaşlar ile birlikte kordon boyuna gelerek daha evvelde bahsettiğimiz Su iskelesi (Gümrük iskelesi) denilen kısımda yine toplu halde yüzmeye başlardık. Yani en geç Nisan ayının sonlarında bizler deniz mevsimini açmış olurduk burada. Bazen okulda öğretmenimiz bu konu üzerine konuşarak bazılarımızın bu günlerde denize girdiklerini ancak daha havalar yeterince ısınmadığından üşüyüp hasta olabileceğimizi buna dikkat etmemiz gerektiğini anlatarak bizleri üstü kapalı olarak uyarıyorlardı. Hepsi o kadar. Bizler bunlara uymaz çalışma sonrasında buraya giderek büyük bir neşe ile suya atlayarak eğlenirdik. Hatta bir gün yine öğretmenlerimizden birisinin bize yukarıda olduğu gibi çalışmalardan sonra bazılarımızın denize girdiklerini bunu yapmamamız gerektiğini söyleyince arkadaşlarımızdan birisi; “Hocam biz oraya 1 Temmuz Kabotaj bayramı için yüzme çalışmaları yapmaya gittik” deyince bütün sınıf ile beraber öğretmenimizde gülmüştü kahkahalar ile.

(Devam Edecek)

20.352 kez okundu
Yazarın Diğer Yazıları
Çanakkale ve Yaşadıklarım (38) ”1960’lı Yıllarda Hamidiye Tabyaları” 20 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (37) ”1960’lı Yıllarda Çarşı Caddesi ve Sahildeki Esnaflar” 13 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (36) ”1960’lı Yıllarda Çamburnu’nda Balık Tutma Maceram” 06 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (35) “Eskiden Hamidiye Tabyalarının Ön Kısmında Denizden Barut Çıkarırdık” 29 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (34) “1960’lı Yıllarda Denizcilik ve Kabotaj Bayramları Çok Renkli Olurdu” 22 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (32) “Yıllar Önce İmece Usulü İle Salça ve Erişte Yapma Maceralarım” 08 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (31) ”1960’lı Yıllarda Çanakkale’de Yaşadığım Depremler” 01 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (30) “1960’lı Yıllarda Çanakkale Havaalanı Yakınlarına Düşen Uçak” 25 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (29) “1960’lı Yıllarda Çanakkale Panayırı” 18 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (28) “Çanakkale’de 1960’lı Yıllardaki Kestaneci Avat ve Şamcı Nuri Unutulur mu?” 11 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (27) “1960’lı Yıllarda Özbek Köyü” 04 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (26) “1960’lı Yıllarda Yukarıokçular Köyü” 27 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (25) “1960’lı Yıllarda Kordon Boyunun Güzellikleri” ” 20 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (24) “1960’lı Yıllarda Çanakkale’deki Sinemalar” 13 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (23) “Bir Zamanlar Havuzlar Mevkiinde Hafta Sonu Eğlencelerimiz” 06 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (22) “1960’lı Yıllarda Gazete Dağıtıcısı Nara Zeki ve Çanakkale Esnafları” 30 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (21) “Çanakkale’de 1960’lı Yıllarda Faytonla Yolculuk“ 23 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (20) “1960’lı Yıllarda Çanakkale’de Esnafların Çoğu Museviydi “ 16 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (19) “1960’lı Yıllarda Barbaros Mahallemizin Unutulmaz İsmi Cafer“ 09 Ağustos 2020