YUKARI ÇIK

Çanakkale Travel
Çanakkale Travel
10 Mayıs 2020 tarihinde eklendi

Çanakkale ve Yaşadıklarım (6) “Darağacında Asılan Adam ”

İlkokulda iken öğretmenimiz bizlere el işi tabir edilen bir ödev vermişti. Mademki Çanakkale’nin adı Çanak çömlekten geliyor o zaman sizlerde çömlekçilere giderek oradan alacağınız çamurlar ile bir şeyler yapın getirin demişti. Şimdiki Futbol sahası taraflarında çömlekçiler vardı o zamanlar. Her taraf kırmızıya çalan sarımsı tozlu bir renk ile kaplıydı çömlekçilerin olduğu yer. Ben oraya giderek bunlardan birisini buldum. Etrafta kümbet gibi bir şeyler vardı ve yıkılmıştı çoğu. Kümbet’ten kastım yapılan malzemeleri pişirmek için kullanılan fırın gibi bir şeydi ama yıkılmış sadece bir duvarı kalmıştı ayakta. Oldukça harap bir yerdi genelde. Çalışanların bulunduğu yeri bularak geldim ve bir miktar çamur istedim. Ne yapacağımı sorduklarında öğretmenimizin ödev verdiğini anlattım. Kocaman bir parça çamuru kopartarak verdiler. Eve geldikten sonra bana oyuncak çıkmıştı. O çamur parçasına şekil vermek için akşama kadar uğraştım ama ne yapacağıma karar veremediğim için her bir yaptığımı beğenmeyerek tekrar bozuyordum. En sonunda bir tane Kale yapmaya karar verdim. Kilitbahir’deki Sarı Kuleyi örnek alarak, uğraşıp ona benzeyen bir şey yapıp zamanı geldiğinde götürdüm okula. Herkes bir şeyler yaparak getirmişti. Bazıları o kadar güzel hayvan heykelcikleri yapmıştı ki, öğretmenimiz onları çok beğendi. Benim yaptığım kale modeli ödevi pek tutmadı sizin anlayacağınız. Daha sonraları bu çömlekçiler tamamen kalktı ortadan. Bir ara seramik esaslı olarak hediyelik eşyalar yapan yerler vardı ama şimdilerde onlarında sayısı azaldı sanırım. Halihazırda devam etmekte olanlar var ama bana göre yeterli değil. Özel bir ilgi ile bu tür işlerin artırılması inancındayım. Tıpkı bir zamanlar dünya çapında meşhur olan İznik Çinilerinin ortadan kalkmasına rağmen bir grup işletmeci bu işleri tekrar gündeme getirerek canlandırdılar ve İznik eski günlerine kavuşuyor şimdi. Darısı bizim Çanakkale’nin başına.

Yine ilkokuldan bahsetmek gerekir ise belirli zamanlarda okulun koridoruna bütün öğrencileri toplayarak sinema filmi gösterirlerdi. Bu sinema gösterisinden önce bir çizgi film olurdu. Tom ve Jerry macerasını pür dikkat izlerdik. Daha sonra o günün önemi üzerine bir film olurdu. Bu bazen Verem savaş ile ilgili bir öğretici film bazen de Yeşilay ile ilgili bir film olurdu. Biz bu filmi de izlerdik ama aklımız Tom ve Jerry de kalırdı hep. Bu eğitici sinema gösterisi öğleden sonraki en son derse yakın gösterilirdi ve film bitince öğretmenler ayrılarak evlerine giderlerdi. Öğretmenler gitmeye başladıktan sonra bizde filimi oynatan görevliye hep bir ağızdan tempo tutarak tezahürat yaparak çizgi filimi bir daha göstermesini isterdik ve bunda da başarılı olurduk. Bu çizgi filimi büyük bir dikkatle izler, ondan sonra giderdik evlerimize. Normal sinemalarda bütün Türk filmlerinin siyah beyaz olduğu bir dönemde Renkli Tom ve Jerry filmini izlemek oldukça heyecan verici idi bizler için. Bu filimin konusuna gelince Tom ve Jerry’nin bir Fransa macerası idi ve Jerry'nin fazla şarap içerek daha doğrusu şarap fıçısına düşerek sarhoş olarak başından geçen tatlı maceralar idi. 23 Nisan Bayramından sonra şimdiki sahilde yer alan belediyeye ait kültürün bulunduğu yerde eskiden Belediye Sineması vardı. İşte buraya girer iken sağ tarafta bulunan bir binanın alt kısmında çok büyük bir salonda öğrenciler için “BALO” verilirdi. Sanırım Ziraat ile bir ilgisi vardı bu binanın. Bayram merasiminden sonra bütün okullardan seçilen öğrenciler toplu halde burada toplanır ve hazırlanan masalara oturarak beklerlerdi. Masaların üzerlerine servis edilmiş olunan kurabiye diyeceğimiz kuru pasta çeşitleri türü yiyeceklerden alır ve ikram edilen gazozu içerdik. Daha doğrusu bu tür yerlere alışkın olmadığımızdan ne ve nasıl yapılacağını bilemediğimizden ayıp bir şey yaparız diyerek utanıp dokunamazdık ikram edilenlere. Çünkü evden çıkar iken ailemiz sıkı sıkıya tembihlemişlerdi bizleri orada aç gözlülük yapıp yiyecek içeceklere saldırmayın diye. Dolayısı ile masaların üzerine konulanlar uzun süre orada kalınca, öğretmenlerimiz etrafımızda dolaşarak bizleri ortama uydurmaya çalışıp yiyip içmeye zorlayınca birer tane kurabiye alıp içecekten de küçük bir yudum alarak tekrar beklemeye başlamıştık kibarlık göstermeye çalışarak. Sadece bizler değil genelde bütün herkes bu şekilde beklemekteydi. Burada günün önemine binaen çeşitli konuşmalar yapılıp şiirler okunduktan sonra çok güzel bir müzik eşliğinde (daha sonra bunun Vals olduğunu öğrendim) öğrenciler öğretmenlerin yönlendirmesiyle kalkıp eşli olarak dans etmeye başladı. Tabi bende kaldırıldım dansa, öğretmenimizin elinden tutarak getirdiği, kırmızı saçlı çilli, çiş kokan bir kızla elimizi tutuşturarak sahneye çıkarmasıyla. Sanırım Vali bey de gelmişti. Çünkü o geldiğinde herkes ayağa kalkarak beklemeye başlamıştı. Sonra kısa bir konuşma yaparak çok az kaldı orada ve ayrıldı. Bahsettiğimiz gibi çok uzun bir salon demiştik ya işte bu salonun yan ve orta taraflarına masalar konularak aralarında bir boşluk bırakılmış idi ve biz öğrenciler eşimiz ile birlikte sözde dans eder gibi bir sağa bir sola sallanan hareketler yaparak bu salonu dolaşıyorduk baştan başa bir kaç kez. Toplu halde getirildiğimiz için kapıda bekleyen görevli olduğundan dışarıya çıkamıyor, Balo’nun bitmesini bekliyorduk. Biraz zaman geçince alıştık herhalde buradan ayrılmak istemedik. Çünkü tabaklarımızdaki yiyecek ve içeceğimiz bittiğinde hemen yenileri ikram ediliyordu. Bizler için çok ilginç ve uzun yıllar anlatılacak bir olaydı. Akşam toplu halde okula dönülünce bizlerde evlerimize gelmiştik. O gün yaşadıklarımızı evde anlatıp nasıl dans ettiğimizi de kucağımıza aldığımız bir süpürge ile gösterince, evdekilerin çok hoşuna gitmiş olacak ki her misafir geldiğinde çok sık olarak “Haydi nasıl dans etmiştin baloda göster bakalım” derler, bende daima kapının arkasında bulunan süpürgeyi alarak göstermeye başlardım hünerimi masanın etrafında dolaşıp kollarımın arasındaki süpürgeyi bir kızla dans edermiş gibi sallayarak. Bu arada yüzümü buruşturup acayip bir tavır takınırdım ve “ne oldu?” diye sorduklarında süpürgeyi göstererek “bu kız çiş kokuyor yavvv” deyince herkes kırılırlardı gülmekten. Her gösteride bu mutlaka tekrarlanır, onlar benim yüzümü buruşturmamı beklerler, bende bu hareketi yaptıktan sonra onların “ne oldu?” diye sormalarını beklerdim cevabı yapıştırmak için. Ammmaaaaaaa!!! Bir gün annemle birlikte gittiğimiz bir misafirlikte bahsettiğim kırmızı saçlı çiş kokulu çilli kız ve annesi ile karşılaşınca ne yapacağımı şaşırdım. Sanki benim yaptıklarımı biliyor ve bana kızacakmış gibi geldi. Oturduğum yerden kalkamadım utancımdan. Ne alakası var.???  Ama çocukluk işte. Şimdi burada verilen Balo’nun başlangıcına dönelim. İkram edilen şeylerin hepsini silip süpürüp yemek çok ayıp karşılanırdı o zamanlar. Bunun için ikram edilenden küçük bir miktarını tabak içerisinde bırakırdık nedense. Çay ikram edildiğinde yine dibinde mutlaka bir yudum bırakarak aklımız sıra kibarlık gösterirdik. İşte ailemiz de bizi Baloya gider iken bundan dolayı sıkı sıkıya tembihlemişlerdi aç gözlülük edipte görmemişler gibi saldırmayın tabaktakilere diye. Bu olaya oldukça önem verirler bizleri uyarırlar idi genelde bir örnek hikaye anlatarak. Şimdi böyle bir olayı aktaralım. Şehirde yaşamakta olan kızının yanına ziyarete gelen bir yaşlı kadına başkalarının yanında nasıl davranılması gerektiği anlatılmış öğretmek amacıyla. Kıza “bak annecim bir yere misafirliğe gittiğimizde ikram edilen çayı içtikten sonra içinde bir miktar bırak. Hepsini içme sonra bardağı geriye verirken de ziyade olsun de kibarlık olsun” diyerek tembihte bulunmuş. Neyse akşam olmuş komşularına oturmaya (ziyarete) gidilmiş ve hal hatır faslından sonra çaylar ikram edilmiş. Evden çıkmadan önce kızının sıkı sıkıya tembihlediği konulara uymak zorunluluğu hisseden yaşlı kadın çayını içtikten sonra çay bardağını karşıda oturmakta olan kızına göstererek yüksek sesle “bu kadar yeter mi?” deyince kızı şaşırarak bu olayı kısa yoldan kapatma amacıyla elindeki bardağı ev sahibine vererek “ziyade olsun” demiş ve bu olaydan alnının akıyla çıkan yaşlı kadın kızının sıkıca tembihlediği kelimeyi unutmuş. Ama kızı şimdi o kelimeyi kullanmasına rağmen iyi duyamamış, kibarlığı da elden bırakmamış, oda elindeki bardağını ev sahibine iade ederek büyük bir kibarlık ile “kızımın dediğinden” der ve olayı kapatmış. Oldukça hoş bir hikaye değil mi? Fakat tamamıyla gerçek ve bulunduğumuz mahalleye yakın bir yerlerde yaşandı. Anlatanlar bu olayı yaşayanları tanıyorlardı ve isim vererek anlatmaktaydılar. Büyüklerimiz bizlere bir şeyleri anlatmak veya öğretmek istediklerinde mutlaka ona uygun bir hikaye ile anlatıp aktarırlardı. Oldukça iyi bir öğretim metodu öyle değil mi? Bu yazı boyunca dikkatinizi çekecektir öğretici olayların hemen hepsinde uygun bir hikaye anlatıldı ve daha da anlatılacak. Bunları yazmaya çalışır iken akılma başka bir hikaye geldi anlatılan. Bu konuda arkadaşlarımızı seçer iken ne kadar dikkatli olmamız gerektiği anlatılmakta idi. Şöyleydi anlatılan hikaye.

Adamın birisi bir ormanda gider iken ayağından kapana yakalanmış olan bir ayıya rastlar. Dikkatli bir şekilde yaklaşarak ayının ayağını bu kapandan kurtarır ve yanında bulunan malzemeler ile yarasını iyice sararak tedavi eder. Daha sonra hemen yakındaki bir ağaçtan topladığı meyveleri de vererek karnını doyurur. Kendisi de çok yorulduğundan ağacın dibine uzanarak dinlenir iken uykusu gelir ve bir müddet uyur. Kalktığında az evvel tedavi ettiği ayı yanında yoktur. Neyse herhalde ormana gitmiştir diye düşünürken bir bakar ki, bizim ayı kucağında bir miktar meyve ve bir parça bal ile gelmektedir. Artık bunu gören bizim arkadaş bekler ve ayının getirmiş olduğu ikramı kabul eder ve birlikte yerler. Artık oldukça sıkı bir dost olmuşlardır ve ormandaki yolculuk boyunca beraber olmaktalar ve birbirlerine eşlik etmektelermiş. Bu arada karşılarına vahşi hayvanlar çıktığında bizim dost ayı bütün cüssesi ile öne çıkarak korurmuş bu can yoldaşını beraber oldukları sırada. Ona ormandan çeşitli meyve ve bal petekleri getirir en karmaşık yerlerde bile su bularak aklı sıra minnetini gösterirmiş. İşte yine böyle günlerden birisinde beraberce ormanda gezerek yemek yedikten sonra bir su kenarında dinlenmekteyken bizim arkadaşın uykusu gelir ve dalları yere sarkarak akmakta olan suya değen salkım söğüt ağacının altında uyuklamaya başlar. Bunu gören ayı hemen arkadaşının yanında bekleyerek onu gelebilecek olan tehlikelerden korumaya hazırlanır. Bakar ki arkadaşı bütün masumiyeti ile uyumakta. Elbette bizim arkadaşta kendisini bu iri ayrı dostunun yakın ilgisine bırakarak rahatça uyumaktadır. Neyse uykunun en tatlı zamanında bir sinek gelerek bizim arkadaşın yüzüne konar. Bunu hisseden arkadaş ani bir hareket ile sineği kovalayarak devam etmek ister uykusuna ama sinek rahat durmayarak ısrarla konmaya devam eder. Bu hareketler ile arkadaşının uykusunun bozulduğunu gören ayı onun yerine sineği kovmaya başlar. Her konduğunda eliyle kovalayarak uzaklaştırır ve can dostunun uykusunun bozulmasına izin vermez. Fakat sinekte öyle kolay pes edecek değildir. Ayı kovaladıkça sinek yere doğru bir hamle yaparak gözden kaybolur ve tekrar uyumakta olan köylünün yüzüne konar. Bu şekilde uzun zaman geçiren ayı biraz yorulmuş birazda sıkılmıştır ve işi kökünden çözmeye karar verir. Uçmaktan yorulan sinek köylünün anlına konduğu bir sırada ayı eline almış olduğu kocaman bir taş parçasını hızla savurarak sineğe vurur ve sinek ezilerek kaybolur gözden ama kocaman taş parçası arkadaşının kafasını da ezerek ölümüne sebep olur. İşte buradan yola çıkarak “akılsız dostun olacağına akıllı düşmanın olsun” diyerek bağlarlardı hikayenin sonunu.

Neyse tekrar devam edelim kaldığımız yerden ve gelelim gene balomuza şimdilerde bu tür baloların yapıldığını hiç zannetmiyorum ya.  İnşallah yanılıyorum. Okulda ders yaptığımız sınıflar barakadan yapılmış demiştik. Bu barakalar yarım yuvarlak bir şekilde idi ve etrafı sac ile kaplıydı. Bundan dolayı yazın çok sıcak oluyor, kışında çok fazla soğuk oluyordu. Soba devamlı yanmasına rağmen bana mısın demiyordu. Daha sonra bu barakalar yıkılarak yerine yeni binalar yapıldı ama ben bu soğuk barakalarda iki yıl ders yapmıştım bile. Barakadan kurtulup bina içerisindeki sınıflara geçtik artık daha rahat etmekteydik. Koridor üzerinde küçük bir oda vardı ve burası malzeme ambarı olarak kullanılmaktaydı. Bazen öğretmenimiz derse başlamadan önce yanına bir iki öğrenci alarak bu malzeme ambarına giderek ders için lazım olan gereçleri alırdı. Bu araç gereçler bazen bir harita olduğu gibi bazen bir insan vücudunu gösteren bir şema da olurdu. Geometri derslerinde kullanılan pergel iletki veya gönyede olurdu. Pergel yaklaşık olarak elli santimetre boyunda ayakları olan bir ucunda sivri bir demir parçası öbür ayağında ise tebeşir takılacak bir yeri vardı ve bizim boyumuza göre bununla tahtaya daire çizmek oldukça zor olmaktaydı. Diğer geometri ders araçları da boy olarak buna yakın olduğundan yine bizler için kullanması zor olmaktaydı. Bu depoda tebeşirlerde vardı ve öğretmenimiz malzeme almak için bizimle beraber buraya geldiğinde bir iki adet beyaz tebeşir almasına rağmen diğer renkli tebeşirlerden ortasından kırarak yarım olarak alırdı fazla harcanmasın diye veya fazla bulunamadığından olsa gerek böyle yapardı zannediyorum. Burası belirli bir süre malzeme ambarı olarak kullanılmasına rağmen ben beşinci sınıfa geldiğimde bu depo buradan kaldırılarak bizim için sınıf olarak hazırlandı ve ben beşinci sınıfı burada okudum. Burası küçük olmasına rağmen bizim sınıfımızda az öğrenci olmasından dolayı bize yetiyordu. Okula gider iken evden kucağımıza verilen bir kucak odun ile okula gidiyorduk ve o günkü yakacağımız odunları evden taşıyorduk. Sınıfa gelince sobanın yanına bir yere bunları bırakır, sıramıza ondan sonra otururduk. Görevli kişi sobayı sabahları erken yaktığından ders boyunca ihtiyaç duyulduğunda öğretmenimizin talimatı ile sobaya odun atarak harcardık bunları. Yaz sonunda okula kömür gelirdi ama kapalı bir depo olmadığından okul bahçesinin bir yerinde muhafaza edilmekte idi. Bir gün yağmurlar yağmış arkasından güneş açarak sıcak günler olmaya başlamıştı ki, teneffüs arasında etrafta telaşlı bir koşuşturmalar başladı. Bahçeden kesif bir kömür kokusu ile birlikte etrafta azda olsa dumanlar vardı. Kömürün yanmaya başladığını söylediler. Bildiğiniz gibi taş kömürü uygun şekilde depolanmadığı takdirde havanın nemi ve ısısı ile birleşerek içten yanmaya başlar, bu her ne kadar bildiğimiz alevlenerek yangın tipinde bir yanma değilse de, kömür bu yanma esnasında bozunarak toz haline gelir ve kömür içersindeki yanabilecek maddeler ortadan kalktığından kullanılamaz hale gelir. Neyse bilgi vermeyi çok uzattık. Okul görevlisi ile birlikte beşinci sınıfta okuyan beden olarak iri yapılı olan bazı öğrenciler ellerine aldıkları kürekler ile kömürü bir taraftan bir tarafa aktararak yanmayı durdurmaya çalışıyorlardı. Bizde bu olaylara büyük bir dikkatle bakmakta iken ders zili çalınca ayrılmak zorunda kaldık. Ders biterek tekrar dışarıya çıktığımızda etraftaki koku azalmış çıkan dumanlarda kalmamıştı. Her halde kömürün bir kısmı bozulmuş olacak ki o sene biz evlerimizden odun getirerek sınıfımızı ısıtmaya destek olmaktaydık.

İşte böyle bir kış günü hastalandım. Eve kadar geldim ama merdivenleri çıkıp kapıyı çalacak güç bulamadım kendimde. Eve gelir iken etrafta bulunan karlar buz tutmuştu ve ben buzların üzerinde yürümekte oldukça zorlanıyordum. Çok soğuk vardı ve her tarafıma bıçak gibi bir şeyler saplanmaktaydı. Derste öğretmenimiz benim bu halimi fark ederek göndermişti eve ama ben merdivenleri çıkacak güç bulamadım kendimde orada kaldım. Merdivenlere çantamı koyarak üzerine de başımı koydum ve orada kalakaldım yarı baygın yarı yorgunluk içerisinde kendimden geçmiş olarak. Kim bilir ne kadar sonra annem dışarıya çıktığında mı buldu beni, yoksa geçen komşulardan birisimi beni görerek haber verdi bilmiyorum fakat bir komşunun haber verdiği daha çok aklıma yatıyor nedenine gelince bazı konuşma aralarında işte bak senin kapıda yatıp kaldığını haber verdilerde biz seni içeriye aldık gibi konuşmalar hatırlıyorum. Bu hastalık esnasında sanırım hastanede yattığımı hatırlıyorum. Bu arada ne olduysa yanıma refakatçi vermediler. Ben tek başıma hastanede bir hafta kadar yattım. Ben hastanede yatarken unutamadığım bir olay vardı. Bir gün sabahleyin doktor kontrol edip gittikten sonra etrafta bulunan insanların kullandığı kelimeler dikkatimizi çekmişti. Bu bahsettiğim gün, eski Pazar yeri meydanına birkaç gün evvel kurulmuş olan bir dar ağacında birisini asacaklarmış. Şimdiki Belediye İş Merkezi ile yıkılan eski Nedime Hanım Kız Meslek Lisesi’nin bulunduğu bölgede azılı bir mahkummuş ve idamına karar verilmiş. Daha sonra bu konuşmalar kesildiği gibi etraftaki insanlarda azalmaya başladı. Hastanede kimseler kalmamıştı. Adam asılacak olan yer hastaneye yakın olduğundan gezebilen hastalar bile buraya giderek olayı seyretmişlerdi. Oldukça uzun bir zaman sonra bu kişiler etrafta görünmeye başladılar. Yine insanların kendi aralarında olan konuşmaları devam ederek artmış ve bu defa olay daha başka boyutlarda anlatılmaya başlamıştı. Anlattıklarına göre olay gerçekleşmiş ve adamı asmışlardı. Tekrar bu konuşulan olay içerisinde aklıma takılanlar; adam sözde masum imiş de bütün deliller onun üzerine imiş, boş yere asılmış, hatta astıkları zaman ip iki defa kopmuş ta üç defa kopsaymış affedilmesi gerekiyormuş ta falan diye anlatıyorlardı. Doğru olduğunu zannetmiyorum. Burada bir kişinin asılarak idam edildiği doğru ama, anlatılanların ne kadarı doğru bilmiyorum.

(Devam Edecek)

4.283 kez okundu
Yazarın Diğer Yazıları
Çanakkale ve Yaşadıklarım (38) ”1960’lı Yıllarda Hamidiye Tabyaları” 20 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (37) ”1960’lı Yıllarda Çarşı Caddesi ve Sahildeki Esnaflar” 13 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (36) ”1960’lı Yıllarda Çamburnu’nda Balık Tutma Maceram” 06 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (35) “Eskiden Hamidiye Tabyalarının Ön Kısmında Denizden Barut Çıkarırdık” 29 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (34) “1960’lı Yıllarda Denizcilik ve Kabotaj Bayramları Çok Renkli Olurdu” 22 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (33) ”Çanakkale Boğazı’nda 1966 Yılı Kasım Ayı Başında Batan Arabalı Vapuru” 15 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (32) “Yıllar Önce İmece Usulü İle Salça ve Erişte Yapma Maceralarım” 08 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (31) ”1960’lı Yıllarda Çanakkale’de Yaşadığım Depremler” 01 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (30) “1960’lı Yıllarda Çanakkale Havaalanı Yakınlarına Düşen Uçak” 25 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (29) “1960’lı Yıllarda Çanakkale Panayırı” 18 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (28) “Çanakkale’de 1960’lı Yıllardaki Kestaneci Avat ve Şamcı Nuri Unutulur mu?” 11 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (27) “1960’lı Yıllarda Özbek Köyü” 04 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (26) “1960’lı Yıllarda Yukarıokçular Köyü” 27 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (25) “1960’lı Yıllarda Kordon Boyunun Güzellikleri” ” 20 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (24) “1960’lı Yıllarda Çanakkale’deki Sinemalar” 13 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (23) “Bir Zamanlar Havuzlar Mevkiinde Hafta Sonu Eğlencelerimiz” 06 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (22) “1960’lı Yıllarda Gazete Dağıtıcısı Nara Zeki ve Çanakkale Esnafları” 30 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (21) “Çanakkale’de 1960’lı Yıllarda Faytonla Yolculuk“ 23 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (20) “1960’lı Yıllarda Çanakkale’de Esnafların Çoğu Museviydi “ 16 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (19) “1960’lı Yıllarda Barbaros Mahallemizin Unutulmaz İsmi Cafer“ 09 Ağustos 2020